TÜM SIRLARIYLA UYKU

National Geographic Türkiye / D. T. Max

Doğduğumuz andan itibaren yaşamımızın üçte birini uykuda geçiriyoruz. Uzun yıllardır sürdürülen araştırmalara rağmen hâlâ neden uyuduğumuzdan emin değiliz.


O çavuş, St. Louis doğumlu. İşi, askerleri yakın mesafe çarpışmaya hazırlamak. Jujitsu uzmanı Dinges, orduda yakın mesafe çarpışma alanında ikinci seviye sertifikaya sahip birkaç kadından biri olduğunu söylüyor. "İkinci derece, iki saldırganın, bir kişiye saldırdığı durumlar için yoğun eğitimi hedef alıyor" diye açıklıyor. Burada umut edilen şey ise sağ çıkan kişinin siz olması.

Dinges önümüzdeki yıllar içinde daha da zorlu bir mücadeleyle yüz yüze kalabilir. Ölümcül Ailesel Uykusuzluk (ÖAU) hastalığı genini taşıyan bir ailenin üyesi. Kısaca ÖAU olarak bilinen hastalığın ana semptomu, uykuya dalabilme özelliğini kaybetmek. İlk önce şekerleme kayboluyor. Sonra da tam bir gece uykusu. Hasta zamanla uyuma kabiliyetini tamamen yitiriyor. Sendrom, genellikle hasta 50'li yaşlarındayken ortaya çıkıyor, ortalama bir yıl sürüyor ve adından da anlaşılacağı gibi  ölümle son buluyor.

Dinges, bu geni taşıyıp taşımadığının anlaşılması için gereken testi yaptırmayı reddetmiş: "Eğer bu geni taşıdığımı öğrenirsem yaşama bugün olduğu kadar sıkı sıkı sarılamamaktan korktum. Mutlaka pes ederdim."

ÖAU kötü bir hastalık. Nasıl geliştiği konusunda çok az şey biliyor olmamız hastalığı daha da korkunç kılıyor. Yıllar süren çalışmaların sonucunda araştırmacılar, bir ÖAU hastasında prion adı verilen kusurlu proteinlerden kaynaklandığı kanaatine vardılar. D. T. Max, The Family That Couldn't Sleep başlıklı kitabında, ölümcül ailesel uykusuzluğun ardındaki esrarı inceliyor. Maggie Steber, Kasım 2007'de hafıza konulu bir yazı yazdı. Araştırmacılan prionun, beynin derinlerindeki talamusa saldırdıklarını ve zarar gören talamusun da uykuyu kötü etkilediğini ortaya çıkardılar. Ancak bu tür bir şeyin neden yaşandığını, nasıl durdurulabileceğini ya da ölümcül semptomlarını nasıl yavaşlatacaklarını bilmiyorlar. ÖAU'nun araştırılmaya başlanmasından önce araştırmacıların çoğu talamusun uyku ile ilişkisi olduğunu dahi bilmiyordu.

ÖAU nadir görülen bir hastalık. Dünya genelinde sadece 40 ailede varlığı saptandı. Ancak bir açıdan da, günümüzde milyonlarca kişiyi etkileyen daha az tehlikeli uykusuzluk (insomniya) hastalığına çok benziyor ki, o da bir muamma.

Neden uyuyamadığımızı bilmiyor olmamızın sebeplerinden biri de uykuya neden gereksinim duyduğumuzu bilmememiz. Uyuyamamamız durumunda uyku ihtiyacı duyduğumuzu biliyoruz. Ne kadar karşı koymaya çalışırsak çalışalım, uykunun en sonunda bizi ele geçirdiğini biliyoruz. Bir kez uykuya teslim olduktan 7-9 saat sonra çoğumuzun yeniden ayağa kalkmaya hazır olduğunu ve bundan 15-17 saat sonra da yeniden yorgunluk hissettiğimizi biliyoruz. Ve 50 yıldır biliyoruz ki uykumuzu derin uyku ile beynin uyanık olduğumuz zamandaki kadar aktif ve istemli kasların pa- ralize olduğu, hızlı göz hareketi (rapid eye mo- vement, REM) denilen uyku periyotları arasında bölüştürüyoruz.

Bütün memeli hayvanların ve kuşların uyuduğunu biliyoruz. Yunuslar, beyinlerinin yarısı uyanık halde uyuyor ve böylelikle çevrelerinde neler olup bittiğini takip edebiliyorlar. Yeşilbaşlar, tek sıra halinde uyuduklarında, iki uçtaki ördekler gelebilecek tehlikelere karşı beyinlerinin yarısını uyanık ve gözlerinden birini de açık tutuyorlar. Balıklar, sürüngenler ve böceklerin hepsi de bir şekilde uyku uyuyorlar.

Bu dinlenme süresinin bir bedeli var. Uzun süre hareketsiz kalan hayvanlar, saldırganlar için çok kolay bir av haline geliyor. Peki bu tür bir risk almanın karşılığında elde edilen şey ne olabilir? "Eğer uykunun hayatı idame ettirmede gerçekten yaşamsal bir işlevi yoksa" demişti bir defasında tanınmış uyku bilimci Allan Rechtschaffen, "O zaman bu, evrimin yaptığı en büyük hata."

Uyku konusundaki en baskın teori, beynin uykuyu istediği yolunda. Bu fikir bir yanıyla temelini sağduyulu düşünceden alıyor.

İyi uyku çekilmiş bir gecenin ardından kimin kafası daha net çalışmaz ki?
Ama mesele, bu varsayımı gerçek verilerle kanıtlamak. Uyku beyne nasıl hizmet ediyor? Bu sorunun cevabı, ne tür bir uykudan bahsedildiğine bağlı. Kısa bir süre önce Harvard'da, Robert Stickgold önderliğindeki araştırmacılar öğrencileri çeşitli yetenek testlerine tabi tuttular,

Carolyn Schear (sağdaki) ve Cheryl Dittges'ın genetik kayıtları, bu iki kız kardeşi ölümle sonuçlanan bir uyku hastalığı olan ölümcül ailesel uykusuzluk riskine maruz bırakıyor. Schear geni taşımadığım öğrenmiş. Dittges test yaptırmayı reddetmiş.

Araştırmacılar, biraz şekerleme yapmalarına izin verip ardından testleri tekrarladılar.

REM uykusu uyuyanların, "pa-tern tanıma" çalışmalarında daha iyi sonuçlar verdiklerini, daha derin uyku uyumuş olanların ise ezberlemede daha iyi olduklarını ortaya çıkardılar. Diğer bazı araştırmacılar ise uykudaki beynin (sanki o gün öğrendiklerini uzun dönemli hafızaya aktarıyormuşcasına) deneye tabi olan kişide uyanıkken oluşan nöron ateşleme tarzını tekrarladığını buldular.
 
Bu tür araştırmalar, uykunun fonksiyonlarından birinin hafızayı pekiştirmek olduğu görüşünü ileri sürüyor. Visconsin Üniversitesi'nde uyku araştırmacısı olan Giulio Tononi birkaç yıl önce bu teoriden yola çıkarak ilginç bir görüş

ÇOCUK UYKUSU

REM ya da rüya uykusunda geçirilen zaman, bebeklikte yüzde 50 oranından, yürüme çağındaki çocuklarda yüzde 25 oranına geriliyor. Kâbuslar okul öncesi yıllarda en üst düzeye ulaşıyor. Daha az uyuyan çocuklar, daha kilolu olma riski taşıyor. Okul çağındaki çocuklarda rastlanan gündüz uyku hali, yaklaşan ergenlik çağının habercisi olabiliyor.

Dört kardeş Miami, Florida'daki evlerinde öğle uykusu sırasında. En üstten saat yönünde: Ale.vis Johıson (5), Frederika Wright (8), Atnelia Johnson (3) ve Connie Johıısotı (4).
 
ÜÇ YAŞINDAKİ BİR KIZ ÇOCUĞUNUN BEYNİNDEKİ ELEKTRİK HAREKETLERİ. EVRE 3'TEKİ DERİN UYKU DURUMUNA HIZLI BİR DÜŞÜŞÜ GÖSTERİYOR.

Evre 1, Evre 2, Evre 3, yayınladı. Araştırmaları, uyku sırasında beynin fazla ve gereksiz sinapsları ya da bağlantıları ayıkladığını gösteriyordu. Dolayısıyla uykunun nedeni, önemsiz olanı ayıklama yoluyla bize neyin önemli olduğunu hatırlatmak olabilirdi.

Uykunun, büyük olasılıkla fizyolojik bir amacı da söz konusu: ÖAU hastalarının hiçbir zaman uzun yaşamamasının muhtemelen bir anlamı var. Tam olarak onları neyin öldürdüğü konusuna yoğun bir merak var. Ama nedeni hâlâ belli değil. Gerçek anlamda uykusuzluktan mı ölüyorlar? Eğer neden bu değilse, uykusuzluk onları öldüren koşullar üzerinde ne derecede etkili oluyor?

Bazı araştırmacılar uykusuzluğun farelerde yaraların iyileşmesini geciktirdiğini ortaya çıkarırken, bazıları da bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ve enfeksiyonu kontrol altında tuttuğunu ileri sürüyor. Ancak bu araştırmaların sonuçlan kesin değil.

Rechtschaffen, neden uyuduğumuzu ortaya çıkarma konusundaki en ünlü girişim olan ve 1980'lerde gerçekleştirilen bir çalışmada, Chicago Üniversitesi'ndeki laboratuvarın da su dolu bir tankın üzerindeki bir mile tutturulmuş disk üzerine koyduğu fareleri uyanık kalmaya zorlamıştı. Eğer fareler uyursa disk dönerek onları suya atıyor ve suya düşen fareler hemen uyanıyorlardı. Yaklaşık iki hafta süren bu katı uykusuzluk uygulaması sonucunda farelerin hepsi ölmüştü. Ancak Rechtschaffen hayvanlar üzerinde otopsi yaptığında önemli bir sağlık sorunları olmadığını bulmuştu. Organlarında hiçbir hasar yoktu, yorgunluktan -yani uyuyamamaktan- ölmüş gibi duruyorlardı. Bunu takip eder nitelikte 2002 yılında daha gelişmiş araçlarla yapılan bir diğer koyun beyni ana rahminde insan beynine benzer bir gelişim gösteriyor ve bu da Fried-rich Schiller Üniversitesi'rıden Matthias Schwab'a koyunları doğum öncesi uyku konusunda yol gösterici olarak kullanma olanağı tanıyor. Schiller, kuzu cenininin beynine (üstte) elektrodlar bağlayıp, yeniden rahme (solda) yerleştiriyor. Araştırmaları, cenin uykusunun büyük bölümünün bir zamanlar düşünüldüğü gibi REM uykusu değil, derin uyku olduğunu gösteriyor.

Stanford Uyku Hekimliği Merkezi'nin kurucularından biri olan ve REM uykusunu keşfeden isimler arasında yer alan William Dement'i Stanford Üniversitesi'nde ziyaret ettim. 50 yıllık araştırmaların sonunda, uyku uyuma nedenimiz hakkında bildiklerini sordum. "Bildiğim kadarıyla" diye cevap verdi, "Uyku uyumamızın tam anlamıyla gerçek nedeni, uykumuzun gelmesi."
 
Ne yazık ki bunun tersi her zaman doğru değil. Yani uyku uyumamız gerektiğinde her zaman uykumuz gelmiyor. Uykusuzluk, gelişmiş ülkelerde salgın denilebilecek derecede yaygın. 50-75 milyon Amerikalı, yani nüfusun yaklaşık beşte biri, uyku ile ilgili problemlerden yakınıyor. 2008'de, önceki dört yıla oranla yüzde 54'lük bir artışla uyku ilaçları için 56 milyon reçete yazılmış. Buna rağmen uykusuzluğun temelindeki nedenlerin anlaşılması için çok az şey yapılmış durumda. Tıp öğrencilerinin çoğu uyku bozuklukları konusunda dört saatten fazla eğitim görmüyor, bazıları ise hiç eğitim almıyor.

Uykusuzluğun gerekli şekilde tedavi edilmemesinin yol açtığı sosyal ve ekonomik maliyetse çok büyük boyutlarda. Ulusal çapta bağımsız bir bilimsel danışma grubu olan Amerikan Tıp Enstitüsü'nün varsayımlarına göre, ciddi araba kazalarının yüzde 20'sinin nedeni sürücülerin uykusuzluğuyla ilgili.

Enstitü toplam uyku açığının on milyarca dolara eşit olduğunu söylüyor. İş verimliliğinin düşmesinin maliyeti ise daha da yüksek. Bu arada bir de zarar gören ya da biten ilişkiler, yorgun insanların başvuru yapmadığı işler, hayatın zevklerinden tat almama gibi maliyetler var.

Eğer, daha az özel, daha az esrarlı bir vücut fonksiyonu böylesine geniş çaplı bir zarara yol açıyor olsaydı, hükümetler ona karşı savaş ilan ederdi. Ama Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü uyku araştırmaları için yılda sadece 230 milyon dolarlık bir bütçe ayırıyor ve bu miktar da ülkede popüler uyku ilaçları olan Lunesta ve Ambien için üreticilerin 2008 yılında bir sezonda televizyon reklamlarına harcadığı paraya eşit. Uykusuzlukla mücadele, büyük ölçüde ilaç şirketlerine ve uyku merkezlerine bırakılmış durumda.

Geçtiğimiz yıl bir gün Stanford'daki Uyku Tedavi Merkezi'ni ziyaret ettim. 1970 yılında kurulan merkez, ülkede uykusuzluk sorununa adanmış ilk klinikti ve bugün de en önemlilerinden biri konumunda. Uyku merkezi, yılda 10 binden fazla hasta kabul ediyor ve 3 binden fazla bir gecelik uyku araştırması yapıyor.

Teşhisle ilgili olarak klinikteki en önemli alet, polisomnografi ve onun başlıca parçasını da uyuyan bir hastanın beynindeki elektrik çıkışını yakalayan elektroensefalografı (EEG) oluşturuyor. Uykuya daldığınızda beyniniz yavaşlıyor ve elektrik çizgileri, kısa ve sivri dalgalardan, aynen kıyıdan uzaklaştıkça denizdeki hareketin daha yumuşaması gibi, uzun ve daha yuvarlak olanlara kadar farklılaşıyor.

Uykuyu bilinçlilik halinden ayıran nedir? Wisconsin Üniversitesi araştırmacılarından Simone Sarasso bu sorunun cevabım uyku halindeki hastalara yavaş beyin dalgaları vererek bulmaya çalışan bir aletin çalışmasını gösteriyor. Transkrani al Manyetik Stimiilasyon olarak adlandırılan bu teknik, uyku bozukluğu olan hastaların derin uykularını düzeltmekte de yardımcı olabilecek.

UYKUDAKİ BEYİN

Uyku artık neredeyse tümünü bilinçsiz geçirdiğimiz bir zaman olarak düşünülmüyor. Elektriksel hareketliliğin derecelerinin değiştiği, kimyasalların beynin çeşitli bölümlerinde azalıp çoğaldığı dinamik bir durum olarak kabul ediliyor. Bu gelgitin anahtarı ise, beynin derinliklerindeki hipotalamu-sun içinde bulunan iki ufak oluşum. Yaptıkları sinirsel dans, ne zaman uykuya dalacağımızı ve ne zaman günü karşılamak için tekrar uyanacağımızı belirliyor.

UYKUYA DALIŞ

Uyku, ventrolateral preoptik nukleus (VLPO), denilen iğne başı kadar bir hücre topluluğuna bağlı. Adenosin kimyasalının gün boyunca birikmesiyle tetiklenen VLPO, histamin ve bizi uyanık tutan kimyasalların üretimini durdurması için uyarı merkezlerine sinyal yollar.

UYANIŞ

Uyanma, "suprakiasmatik nukleus" (SCN) adı verilen bir diğer küçük hücre topluluğunda yerleşmiş olan vücudun biyolojik saati tarafından başlatılıyor. Işığa cevap veren SCN, "uyan" işareti göndererek VLPO'ya durması için sinyal veriyor, uyanıklık merkezini yeniden harekete geçiriyor.

UYKUNUN EVRELERİ

Geceleri uykunun farklı derinlikleri (hafif uyku) uyku ile uyanıklık arası arada sırada oluşan hızlı dalga akıl rafından 3 ve 4 olarak ayrılıyor. Beyin uyku evresi, REM uykusunu aktifleştiriyor.

Hippokampus: Bellek oluşması için yaşamsal önemde: REM uykusu sırasında kaydedilecek anıları tekrarlıyor.

Pons: Uyarı ve rüyaları harekete geçirme ile ilgileniyor; REM uykusu sırasında omuriliğe giden sinyalleri bloke ederek rüyalarımızı hareketlerimize yansıtmamızı engelliyor.

Beyin kabuğu: REM uykusu sırasında ponstan gelen sinyallerle harekete geçiriliyor; rüyalar, korteksin, uyanıkken biriktirdiğimiz bilgilerden bir "hikaye" oluşturma çabası olabilir.

Retina: Işığı hissettiklerinde beyne uyarı sinyalleri gönderen özel hücrelere sahip.

UYKUNUN EVRELERİ
 
Geceleri uykunun farklı derinlikleri boyunca birkaç devir yapıyoruz. Evre 1'de (hafif uyku) uyku ile uyanıklık arasında dolaşıyoruz. Evre 2'de beyin dalgaları arada sırada oluşan hızlı dalga akımları dışında yavaşlıyor. Evre 3 (bazıları tarafından 3 ve 4 olarak ayrılıyor) beyin dalgalarının çok yavaş olduğu derin uyku evresi. REM uykusunun aktif dönemleri, evreler arasındaki ayrılıkları belirtiyor. Kalp atışları ve nefes daha hızlanıyor; rüyaların çoğu burada görülüyor.

REM uykusunun birdenbire oluşan zihinsel hareketliliğiyle periyodik olarak kesiliyor. Nedeni bilinmiyor ama REM, rüyalarımızın çoğunu gördüğümüz zamandır.

EEG bu kesintili serüveni kaydederken poli-somnografi teknisyenleri aynı zamanda vücut sıcaklığını, kas hareketlerini, göz hareketlerini, kalp ritmini ve solunum sayısını ölçüyor. Ardından da verileri, anormal uyku belirtileri ve sık uyanışlar açısından inceliyorlar.

Örneğin narkolepsisi olan bir kişi, uyanıklıktan REM uykusuna hiçbir ara basamak olmadan birdenbire dalıyor.

Ölümcül ailesel uykusuzlukta ise hasta, uykunun ilk basamaklarını hiçbir zaman aşamıyor, vücut ısısı hızla yükseliyor ve düşüyor.

ÖAU ile narkolepsiyi, EEG ve diğer izleme aletleri olmadan teşhis etmek olanaksız. Ancak kliniğin yöneticisi Clete Kushida çoğu insanın uyku problemini başvuru görüşmesinde tanımladığını söylüyor. Bir, gözlerini açık tutamayanlar var, bir de yorgunluktan şikâyet edip de uyuyamayanlar. Birinci gruptakilerde genellikle uyku apnesi var. İkinciler ise; Kushida'ya göre "gerçek uykusuzluk" durumuna sahipler.

Uyku apnesinden mustarip olanlarda, uyku ile birlikte gelen kas gevşemesi boğaz ve yemek borusunun yumuşak dokusunun kapanmasına ve uykudaki kişinin hava  yolunun tıkanmasına neden oluyor. Oksijen alamadığını anlayan beyin vücuda uyanması için acil bir sinyal gönderiyor. Uykudaki kişi uyanıyor, nefes alıyor, beyin oksijenle rahatladıktan sonra, uyku tekrar geri geliyor. Apnesi olan kişi için gece uykusu, yüzlerce mikro uykudan meydana geliyor.

Uyku apnesi, uyku merkezi sanayisinde ki en büyük payı oluşturuyor. Brigham and Women Hastanesinden John Vinkelman, uyku merkezlerinde muayene edilen kişilerden üçte ikisine bu tanının konduğunu söylüyor. Apne, kalp krizi ve felç geçirme riski ile ilişkisi olan ciddi bir problem. Gerçek uykusuzluk hastaları, bazı uyku doktorlarının psikofizyolojik uykusuzluk olarak tanımladığı durumda olanlar belli bir neden olmaksızın ya uykuya dalamayan ya da uykuyu devam ettiremeyen kişilerdir.

Zor bir gecenin sabahı, saat 16.30'dan sabah 03.10'a kadar çalışan polis memuru Brian Eckersley'i zorluyor. Uyku yetersizliği çok sinsi. 24 saat uyanık kalmak, bir saatte üç bardak viski içmekle eşit derecede bir zayıflık yaratıyor ve kendilerini dinlenmiş hissetmiyorlar. Yataklarına uzandıklarında beyinleri sürekli çalışıyor. Winkelman'a göre; bu grupta yer alanlar uyku kliniklerindeki kişilerin yaklaşık yüzde 25'ini oluşturuyor. Amerikan Tıp Enstitüsü, ABD'de bu durumda 30 milyon kişi olduğunu tahmin ediyor.

Apne, nefes yollarını açık tutmak için uykudaki kişinin boğazından içeri yüksek basınçlı hava veren bir cihaz ile tedavi edilirken, klasik uykusuzluğun tedavisi o kadar kolay değil. Akupunkturun yararı olabiliyor. Bu, Asya tıbbında çok uzun zamandır kullanılan bir yöntem ve şimdi de Pittsburgh Üniversitesi'ndeki uyku merkezinde araştırılıyor.

Genelde psikofizyolojik uykusuzluk iki aşamalı bir yaklaşımla tedavi ediliyor. İlk olarak, vücuttaki genel anksiyete ve uyanıklık durumunu ayarlayan bir sinirsel iletici olan GABA'nın geri alımını engelleme yoluyla etki yapan uyku ilaçlan geliyor. Eskisine göre daha güvenilir olsalar da uyku ilaçları psikolojik bağımlılık yapabiliyor. Bunlan kullananların çoğu, uyku ilacı ile gelen uykunun çok farklı olduğunu ve uyandıklarında kendilerini sarhoş gibi hissettiklerini söylüyor.

Harvard Work Hours, Sağlık ve Güvenlik Grubu yöneticisi Charles Czeisler de "Uyku ilaçları doğal uyku getirmiyor," diyor. Uyku ilaçları ileri vadede uykusuzluğu daha da kötü hale getirebiliyor ki, buna da ilacın geri çekilmesine bağlı geri tepen uykusuzluk adı veriliyor.

Gerçek uykusuzluk hastalarını tedavi etmenin ikinci aşaması ise genellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) oluyor. BDT'de bir uzman psikolog, uykusuzluk çeken kişiye, uyku problemini kontrol altında tutulabilir ve hatta çözülebilir olarak düşünmeyi -burası bilişsel kısmı- ve iyi "uyku hijyeni" uygulama yollarını öğretiyor. İyi uyku hijyeni büyük oranda denenip doğruluğu kanıtlanmış önerilerden oluşuyor: Karanlık bir odada uyu, sadece uykun geldiğinde yatağa git, yatağa gitmeden önce spor yapma. Araştırmalar, uzun dönemde BDT'nin uykusuzluğu tedavi etmede uyku ilaçlarından daha etkili olduğunu göstermiş olsa da pek çok hasta ikna olmuyor.

Winkelman, BDT'nin bazı türlerdeki uykusuzluk hastalarına diğerlerinden daha faydalı olduğunu düşünüyor. Uykusuzluk çeşitli özellikleri beraberinde getiriyor. Çok nadir rastlanan ÖAU ile oldukça yaygın olan apne arasında yaklaşık 90 tür bilinen uyku hastalığı ve uyku uyuyamamanın da sınıflandırılması zor pek çok nedeni var. Bazı uykusuzluk hastaları bacaklarındaki şiddetli rahatsızlık hissinden dolayı uyumalarını engelleyen huzursuz bacak sendromu (HBS) ya da uykuda istem dışı tekmeleme ile ortaya çıkan periyodik bacak hareketleri bozukluğu (PBHB) nedeniyle sıkıntı çekiyor.

Narkoleptikler genellikle hem uykuya devam etme, hem de uyanık kalmada zorluk çekiyorlar. Bunun dışında depresyon nedeniyle uyuyamayan ve uyuyamadıkları için depresyona giren insanlar var. Bazı insanlar demans veya Alzheimer hastalığı gibi nedenlerle uyuma sorunu yaşıyorlar. Bazı kadınlar regl dönemlerinde (kadınlar erkeklere göre iki kat daha fazla uykusuzluk çekiyor) ve pek çoğu da menopoz sırasında iyi uyuyamıyor. Yaşlı insanlar, genelde gençlerden daha düşük kaliteli bir uyku uyuyor. Diğerleri de; iş ya da yalanda işsiz kalma konusunda endişeliler; Amerikalıların üçte biri son ekonomik kriz sırasında uykusuzluk çekmeye başladıklarını söylüyor. Tüm bu uykusuzluk çekenlerin içinde, doğalarından gelen fiziksel nedenler, olasılıkla çeşitli sinir taşıyıcılarının çokluğu ya da azlığı nedeniyle uykusuzluk çeken hastalar tedaviye en az cevap verenler oluyor.

ERGEN UYKUSU

Yalnızca beş ergenden biri okul günlerinin gecesinde ideal süre olan dokuz saatlik uyku uyuyor.
Düşük not aldıklarını söyleyen lise öğrencileri, yüksek not alan öğrencilerden daha az uyuyor. Ergenlik çağındakiler; geceleri daha geç uyuyup, daha geç uyanıyor. Bu da onları erken başlayan okul saatiyle uyuşmazlığa sokuyor.
Missouri'den Blnie Eggemeyer(15); bir önceki gece oynadığı futbol maçının ardından, cumartesi sabahı geç saatlerde yatakta. Annesi Cindy, "On saat uyku uyumadan yapamıyor" diyor.

14 YAŞINDAKİ BİR GENÇ KIZIN BEYİN HAREKETLERİ. BİR ERGENLİK ÇIKMAZINI GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR: BELİRLİ ZAMANLARDA UYUMA VE UYANMA ZORLUĞU.
 

Yine de bu sayılan durumların çoğu için BDT, potansiyel tedavi olarak sunuluyor. Belki de bunun temelinde, uykusuzluk probleminin çok uzun yıllar boyunca psikologların ilgi alanı içinde kalmış olması yatıyor. Onların bakış açısına göre uykusuzluk, çoğunlukla iyileştirilebilecek olan anksiyete ya da depresyon gibi nedenlerden kaynaklanıyor.

Bu nedenle bilişsel davranışçı terapide genelde uyku problemi olan kişinin, vücudunda yanlış olan şeyin ne olduğundan çok, neyi yanlış yaptığını düşünmesi isteniyor. Winkelman, uykunun fiziksel ve zihinsel iki cephesinin daha sık birlikte düşünülüyor olmasını arzu ediyor. "Uyku çok karmaşık" diyor. "Neden tesisatta aksayan bir yön olamayacağını varsayıyoruz?"

Uyuyamıyorsak, belki de bunun nedeni nasıl uyuduğumuzu unutmuş olmamızdır. Modern Retinadaki hücreler beynin saatini kurmak için ışığı kullanıyor. Boston'daki Brigham and Women's Hastanesi'nde yapılan araştırmalar mavi ışığın vücut saatini daha iyi ayarladığına işaret ediyor. Jet-lag olanlar ve uykulu gece çalışanları için bir umut ışığı.

Çağ öncesinde; insanlar farklı şekilde uyuyor, güneşin batmasıyla yatağa gidiyor ve güneşin doğmasıyla kalkıyorlardı. Kış aylarında dinlenmek için çok zamanları olması nedeniyle; atalarımızın uykularını parçalara ayırmış olmaları mümkün. Gelişmekte olan ülkelerde; insanlar hâla böyle uyuyorlar. Gruplar halinde yatıyor ve gece boyunca arada sırada kalkıyorlar. Bazıları, daha serin olan ve güneş ışığının sirkadyen ritmimiz (günlük biyolojik ritim) üzerinde daha çok hissedildiği açık havada uyuyorlar.

Emory Üniversitesi'nden Carol Worthman ve Melissa Melby, 2002 yılında değişik kültürlerdeki insanların nasıl uyuduklarına dair karşılaştırmalı bir araştırma yayınladı ve toplayıcı gruplarda "uyku ile uyanıklık arasındaki sınırın çok geçişken" olduğunu ortaya çıkardı.
Belli bir uyuma saati söz konusu değil ve hiç kimse bir diğerine uyuması gerektiğini söylemiyor. Uykudaki kişiler bir sohbet ya da müzik gösterisi uykularını böldüğünde ya da ilgilerini çektiğinde kalkıyorlar. Bu faaliyete katılıp sonra yeniden uykuya dönüyorlar.

Gelişmiş ülkelerdeyse hiç kimse bu şekilde uyumuyor, en azından bilinçli olarak. Belirli bir zamanda yatağımıza gidiyoruz, yalnız başımıza ya da eşimizle birlikte yumuşak yataklarda, çarşaf ve yorganlarla örtünmüş olarak uyuyoruz. Bir önceki yüzyıl ile kıyaslandığında gece başına ortalama bir buçuk saat daha az uyuyoruz. Uykusuzluk hastalığının ya da uykusuzluk salgınının bir bölümü belki de biyolojik yapımıza kulak asmadığımız için yaşanıyor.

Ergenlik dönemindeki gençlerin doğal uyku ritimleri sabahlan geç uyanmayı gerektiriyor, ama okuldaki ilk dersleri erken başlıyor. Gece çalışıp gündüz uyuyan bir kişi, gökyüzünün ışıkla dolduğu zamanlarda avcılık ve toplayıcılık yapmak için uyanmasını buyuran ve hâlâ taşıdığı "antik ritimle" mücadele etmek zorunda kalıyor. Ama onun seçim yapma şansı yok.

Ve biz, bu güçlerle savaşarak kendimizi tehlikeye atıyoruz. Harvard'dan Charles Czeisler'e göre 24 saat uyumamak veya bir hafta boyunca gecede sadece 5 saat uyku uyumanın kanda 50 promillik bir alkol seviyesinden hiçbir farkı yok. Ama modern dönemlerin iş etiği bu tür davranışları başarı olarak addediyor.

Czeisler 2006 yılında Harvard Business Review'da yer alan bir makalede, "Hiçbir zaman bu insan çok başarılı, hep sarhoş geziyor demeyiz" diye yazıyor.

Czeisler, 2004 yılından bu yana tıp dergilerinde bir dizi rapor yayınlıyor. Ekibiyle yürüttüğü bir çalışmaya dayandırdığı raporun konusunu ise hastanedeki ilk yıllarında olan 2700 stajyer doktor oluşturuyor. Bu kadın ve erkekler haftada iki kez 30 saate kadar varan vardiyalar halinde çalışıyor. Ve Czeisler'in araştırmaları uykusuzluk durumundan kaynaklanan çok büyük bir kamu sağlığı riskini ortaya koyuyor.
"İlk yılındaki her beş stajyer doktordan birinin, yorgunluktan kaynaklanan ve hastaya zarar veren bir hata yaptığını kabul ettiğini biliyoruz" diyor bana 2009 ilkbaharında. "20 stajyerden biri de, hastanın ölümüyle sonuçlanan hata yaptığını kabul ediyor."

Bu sonuçların ortaya çıkmasının ardından Czeisler hastanelerin kendisine teşekkür etmesini beklemiş. Ancak bunun yerine pek çoğu "kalkanlarını" kuşanmış. "Kanaatim, insanların bir gün geriye bakıp barbarca bir uygulama görecekleri yolunda" diyor.

ŞİMDİ DE SİESTAYA BİR GÖZ ATALİM: Geleneksel siestanın zamanlaması sirkadyen ritmimizin doğal parçası olan öğle yemeği sonrası uykusuna tekabül ediyor. Yapılan araştırmalar şekerleme yapan kişilerin genelde daha verimli olduklarını ortaya çıkarıyor. Ve hatta kalp hastalıklarından ölme risklerinin de daha düşük olma olasılığına işaret ediyor.

Siestayı İspanyollar ünlendirdi. Ne yazık ki İspanyollar artık eve gidip şekerleme yapacak kadar işyerlerine yakın evlerde yaşamıyorlar. Bunun yerine bazıları öğle sonrası paydosunu arkadaşları ve birlikte çalıştıkları kişiler ile birlikte uzun öğle yemekleri yemek için kullanıyorlar. İki saati öğle yemeğinde geçiren İspanyollar, saat yedi veya sekize kadar işten ayrılamıyorlar. Ama o saatte bile her zaman evlerine gitmiyorlar. Onun yerine içki içmek ya da akşam yemeği için dışarı çıkıyorlar.

Son zamanlarda İspanyollar, uyku azlığı problemini ciddiye almaya başladılar. Şimdi polisler ciddi trafik kazalarına karışanları bir gece önce ne kadar uyudukları konusunda sorguluyor. Hükümet ise; son zamanlarda kendi bünyesinde çalışanları eve erken yollamak için daha kısa iş saatlerini zorunlu kıldı.
İspanyolları uykusuzluğa karşı savaşa yönelten neden, kaza sayısından çok tarihsel olarak Avrupa'da en yüksek oran verimliliğin düşmesi. İspanyollar daha çok zaman harcamaktalar ama verimlilikleri Avrupalı komşularının çoğundan daha düşük.

İspanyolları daha erken yatağa sokma çalışmalarının öncülüğünü yapan 68 yaşındaki işadamı Ignacio Buquerasy Bach, yakın tarihlerde bir Madrid gazetesinde yer alan yazıda, "Saatleri saymak başka, gerçekten iş çıkarmak başka" diyerek, hemşerilerini uyarıyor.

Buqueras tarafından oluşturulan bir komisyon, 2006 yılında İspanyol hükümetinin bünyesinde çalışmaya başladı. İki yıl sonra, İspanya'nın temsilciler meclisi olan Congreso de los Diputados'un ek binasındaki bir toplantıya katılma imkânı elde ettim.

Bir grup önemli İspanyol, probleme tanıklık ettiler. Yorgun işçilerin yol açtığı kazalar, uzun saatler çalışmanın yanı sıra ev işleri yapmaktan iki kat yorgun olan kadınlar ve 10-12 saatlik uykularından mahrum kalan çocuklar hakkında konuştular.

Buqueras toplantıyı canlı tutuyor, konuşmacıları "telgraf kısalığında" konuşma süresine sadık kalmaları için uyarıyordu. Ama ışık zayıf, oda sıcaktı. İzleyiciler arasında birkaç katılımcının başı göğüslerine düşmeye başladı. Buna mani olmaya çalıştıklarında yeniden dikleşti, ardından gözleri tam olarak kapandı. Onlar ülkelerinin uyku açığını kapatma konusuna dalarken, programları göz kapaklarının ağırlığına dayanamadı.

Yaşlı insanların, genç yetişkinlere kıyasla daha erken uykusu geliyor ve daha erken uyanıyorlar. Ve gün boyunca dikkatlerini toplamaları için daha az uykuya ihtiyaçları var.

Uykusuzluk 60yaş ve üzeri yetişkinlerin yaklaşık yarısını etkiliyor. Orta yaşlarında uyudukları saatler kadar uyku uy uyabilen yaşlılar fiziksel ve zihinsel olarak daha sağlıklı oluyor.

Virginia Calzadilla (89) Hollywood'daki huzurevinde her gün öğleden sonra yarım saat uyuyor.
 
89 YAŞINDAKİ BİR KADININ BEYİN AKTİVİTESİ GECE BOYUNCA ARALIKLI UYANIŞLAR OLDUĞUNU VE EVRE 3 TEKİ DERİN UYKUDA DAHA AZ ZAMAN HARCANDIĞINI GÖSTERİYOR.

 


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:27 Mayıs 2010

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.