

Hardeep Matharu, siyasetin, adaletin, kimliğin ve hakikatin “hakikat sonrası” çağdaki kesişimlerini sıkça irdeleyen Britanyalı bir gazeteci, editör ve insan hakları savunucusudur. Byline Times’ın Genel Yayın Yönetmeni olarak, sürekli olarak dezenformasyona meydan okumuş, komplo teorilerinin tehlikelerini gözler önüne sermiş ve kanıta dayalı akıl yürütmeden vazgeçmenin toplumsal ve ahlaki bedellerini vurgulamıştır.
Onun cesur haberciliği, demokratik değerleri savunmayı ve bilinçli kamuoyu tartışmalarını teşvik etmeyi amaçlayan daha derin bir aktivizmin yansımasıdır. Eleştirel Düşünce dersini vermeye başladığım günden bu yana Hardeep Matharu ve benzeri yazarları yakından takip etmeye çalışıyorum.
Hardeep Matharu’nun son yazısı oldukça düşündürücü: “Yalanların Bedeli: Neden Ölümcül Yanlış Bilgilere Bağlanırız”. Yazıyı okuduğumda, felsefenin ve eleştirel düşüncenin iklim değişikliği inkârıyla nasıl mücadele edebileceği konusundaki görüşlerim daha da pekişti. Varoluşsal sorunlarımız cevap bulmada olduğu gibi bu konuda da felsefeye dönmekten; ezberlerimizi bozacak şekilde eleştirel düşünemeden başka çaremiz yok gibi. Ben de konu üzerinde bir kez daha düşünmeye başladım. Elinizdeki bu blog yazısı, o ilhamın bir ürünüdür.
Bunun bir nedeni, “Post-truth” (hakikat sonrası) çağında komplo teorilerinin tehlikesinin artık yalnızca gecenin geç saatlerindeki internet turlarına sıkışmış olmaması.
Covid-19’dan iklim değişikliğine kadar, kanıtsız iddialar kimlikleri şekillendirebiliyor, siyasi dengeleri değiştirebiliyor ve en trajik vakalarda can alabiliyor.
Annesinin tıbbı reddeden komplo inançlarının etkisiyle hayat kurtaracak kanser tedavisini reddeden İngiliz Paloma Shemirani’nin hikâyesi, yanlış bilginin zararsız olmadığını—ölümcül olabileceğini—acı bir şekilde hatırlatıyor.
Filozof J. McKenzie Alexander’ın sunduğu açıklama düşündürücü: İnançlarımız sadece gerçeğe dair değil, ait olduğumuz gruba dair işaretlerdir. Parçalanmış bir dünyada, neye inandığımız çoğu zaman hangi gruba ait olduğumuzu gösterir. Bu nedenle, birinin inancını kanıtlarla sorgulamak, onun kimliğine saldırı gibi algılanabilir ve savunma tepkisini tetikler.
İklim değişikliği inkarında bu dinamik tüm açıklığıyla görülür. Küresel ısınmaya dair bilimsel fikir birliği, suyun 100°C’de kaynadığı kadar nettir; ancak inkâr, kanıtlar belirsiz olduğu için değil, mevcut dünya görüşlerini, siyasi aidiyetleri ve ekonomik çıkarları tehdit ettiği için sürer.
Filozof John Broome, iklim değişikliğini “insanlığın şimdiye kadar karşılaştığı en zor problem” olarak tanımlıyor. Bunun nedeni ise bu meselenin bilişsel önyargılarımızı ustalıkla sömürüyor olması Sorun küresel, zaman çizelgesi uzun ve sonuçlar genellikle soyut. Bu durumlarda insan beyni rasyonel seçimler yapmakta oldukça kötü.
On yıllar boyunca iklim iletişimi neredeyse tamamen gerçeklere odaklandı—karbondioksit milyonda parçalar, ısınma dereceleri, deniz seviyesindeki yükselmeler.
Ancak Alexander’ın da belirttiği gibi, yalnızca gerçekler nadiren davranış değiştiriyor. İnsanlar ancak duygusal bağ kurduklarında, değerleriyle uyum gördüklerinde ve çözümün içinde kendilerini görebildiklerinde harekete geçiyorlar.
Felsefe, argümanların yapısını incelemeyi, mantık hatalarını tanımayı ve varsayımları sorgulamayı öğretir. Bu da yanlış bilginin hüküm sürdüğü bir dünyada hayati becerilerdir. Ancak felsefe bununla da kalmaz:
• Epistemoloji bize şu soruyu sordurur: Neyi, nasıl biliyoruz? Bu, doğrulanmamış iddialara karşı ilk savunmadır.
• Etik şu soruyu sorar: Başkalarına ve gezegene karşı hangi sorumluluklarımız var? İklim değişikliği yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda ahlaki bir meseledir.
• Mantık yanlış benzetmeleri, seçilmiş verileri ve duygusal manipülasyonları sökmemize yardımcı olur.
Eleştirel düşünme, karşı tarafı utandırmak veya “haklı çıkarmak” ile ilgili olmayıp, insanların aşağılanmış hissetmeden yeniden düşünebilecekleri bir alan oluşturmak ve komplo teorilerinin sıklıkla istismar ettiği sosyal ve psikolojik ihtiyaçları ele almakla ilgilidir.
Daha Derin İhtiyaçlara Cevap Vermek
İnsanlar komplo teorilerine yalnızca cehaletten değil, aynı zamanda yabancılaşmadan, kurumlara güven kaybından ve anlam arayışından yönelir.
Matharu’nun da belirttiği gibi, çağımızda bastırılmış bir manevi açlık var. Bunun nedeni, insanların bağlantı kurmak, duyulmak ve güvende hissetmek istemeleridir. Komplo hareketleri, ne kadar hatalı olursa olsun, parçalanmış toplumların çoğu zaman sağlayamadığı bir aidiyet hissi sunar.
Mesele, yalnızca yalanları çürütmek değil, gerçeği çarpıtmadan bu insanî ihtiyaçlara cevap verecek topluluklar ve anlatılar inşa etmektir.
İklim değişikliği için bu, eylemi bir fedakârlık olarak değil, onur, adalet ve umut getiren ortak bir ahlaki yolculuk olarak çerçevelemek anlamına gelir.
Gerçeği Birlikte Seçmek
Konu ister salgınlar ister gezegenin geleceği olsun, hakikati öfke algoritmalarına teslim edecek lüksümüz yok. Komplo teorileri, belirsizlik ve yalnızlığın gölgelerinde gelişir. Felsefe ve eleştirel düşünce bu gölgelere ışık tutar; gerçek ile değerleri, gerçeklik ile sorumluluğu yeniden bağlar.
İklim değişikliği inkârını aşmak istiyorsak, yalnızca “doğruluk kontrolü” yapmakla yetinmemeliyiz. Güveni yeniden inşa etmeli, ortak değerleri beslemeli ve insanların ait olmak isteyeceği bir gelecek vizyonu sunmalıyız.
Yalanların bedeli sadece yanlış bilgiyle değil, yaşanamayacak geleceklerle ölçülür.
Prof. Dr. İbrahim Özdemir
Paylaş