Afet (Deprem) Önlemlerinde Paradokslar

Ülkemiz afet tehlikesi yüksek bir bölgede yer almaktadır. Sel, heyelan gibi risklerin yanında, ülkenin en önemli afet riski depremlerdir. Deprem, referans nitelikte bir afettir. Başlı başına afet etkisi gösteren sel, heyelan, tsunami, yangın gibi olaylar sıklıkla depremlere eşlik edebilmektedir.

İnsana bağlı oluşan, patlama vb afetler de deprem etkisiyle tetiklenebilmektedir. Ayrıca olumsuz hava koşulları da deprem zararlarını çok artırabilmektedir. Bu nedenle özellikle deprem etkisini azaltmaya yönelik alınacak önlemler, aynı zamanda diğer afetlerde de fayda sağlayacaktır.

Alp-Himalayalar deprem kuşağı ülkemizin uzun ekseni boyunca karasal bölgede uzanmaktadır (Kuzey Anadolu Fay Hattı). Doğu-Güneydoğu bölgemizde de Arap Levhasının sınırları yer almaktadır. Ege bölgemiz ise sıkışma bölgesi olarak geniş bir alanda yüksek deprem riski taşımaktadır. Esasen yarı kurak bir iklime sahip ülkemizin belirli bölgelerinde ise sel ve su baskınları ciddi zararlara yol açmaktadır. Orman yangınlarının da afet etkisi giderek artmaktadır. Bu nedenlerle ülkemizde afetlere doğru ve etkin müdahale gereksinimi kritik önemdedir.

Deprem ve diğer doğal afetler döngüsel özellik göstermekte ve hatta insana bağlı afetlerin de çoğunluğuyla birlikte, bölgesel düzeyde afet riskleri öngörülebilmektedir. Bu şekilde yeri ve etki mekanizması bilinen afetler karşısında, günümüz teknolojisiyle son derece etkin korunmak olanaklıdır aslında ve bu bilgi ve deneyim ülkemizde yeterince bulunmaktadır.

Ancak buna rağmen ülkemizde afetlerin yıkıcı etkilerinden etkin korunmak mümkün olamamaktadır. Bunun nedenlerinden önemli bir tanesi, önerilen önlemlerin, sağlayacağı faydalar yanında uygulamaya yönelik ciddi sakıncalarının da bulunmaktadır. Makalede bu paradoks durumlar incelenmektedir.

II. Afetlere Yönelik Önlemler:

Afetlere karşı önlemler genel olarak 3 evrede ele alınmaktadır:

1.    Afet Öncesi
2.    Afet sırası ve sonrası erken dönem
3.    Afet sonrası yeniden yapılandırma dönemi
En temel önlemlerden başlayarak, bu aşamalarda yapılması gerekenler şu şekilde özetlenebilir:

1. Afet öncesinde yapılması gerekenler:

a. Risk Analizi: Bölgenin afet riskleri detaylı olarak incelenerek olası etkileri ve korunma yöntemleri belirlenmelidir. Ülkemizde bu konuda oldukça yol alınmıştır.

b. Planlama: Öncelikle bölgenin (arazinin) sağladığı olanaklar ve taşıdığı tehlikelere göre, maksimum fayda ve minimum zararı hedefleyen bir kullanım planı oluşturulmalıdır. Bu işlem afet zararından korunmanın çok ötesinde fayda sağlayacaktır. Yer altı kaynakları, kültürel değerler, tarım-hayvancılık, orman, turizm, sanayi, insan yerleşimi gibi farklı kullanımlar için bölgenin en verimli şekilde değerlendirilmesi bu sayede mümkün olabilecektir.

İyi bir planlama ve buna uygun-doğru uygulama, aslında afet riskini (ve yardım gereksinimini) çok büyük ölçüde ortadan kaldıracak olan kalıcı çözümdür. Ancak hem geçiş dönemi için, hem yine de kontrollü göze alınmak zorunda kalınacak (orman yangını vb) riskler gerçekleştiği durumlarda hızlı ve etkin müdahale edebilmek için iyi bir acil durum planına da gereksinim bulunmaktadır. Bu planlama erken uyarı sistemini de içermelidir.

c. Uygulama: Ülkemizdeki en büyük sorunlar arasında arazilerin verimsiz kullanımı gelmektedir. Yine bölgedeki risklere dayanıklı olmayan yapılar inşa edilerek, çok sayıda insanın yaşamını yitirmesi, sakat kalması ve etkileri bölge dışına da uzanan ciddi ekonomik kayıplara yol açılması, günümüzde ülkemizin ana sorunları arasında yer almaktadır. Bu sorun, aynı zamanda uluslararası alanda ülkemiz için yüz kızartıcı bir durum da oluşturmaktadır.

Uygulama aşaması mevcut planlamaya ve kurallara bile uygun şekilde gerçekleştirilebilse, ülkemizde afet gündemden çıkacak, ülkede refah hızla yükselebilecektir. Bu amaçla gerekli yasalar çıkarılmış, kurumlar, teşvikler oluşturulmuştur. Ancak beklenen sonuç bir türlü alınamamaktadır.

d. Sürdürülebilirlik: Planlama ve uygulamanın, zaman içerisinde artan nüfus ve değişen gereksinimlere göre revize edilmesi gerekecektir. Bunun da yine aynı ciddiyetle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bölgeye özel alınan önlemlerin sürekliliği için kurumsal sahiplendirme gerçekçi şekilde uygulanmalıdır.

En önemlisi de toplumun doğru bilgilendirilmesi ve kendi sorumluluğuna yönelik sahiplendirilmesi, sürdürülebilirlik için en etkin unsurdur. Bu amaçla bölgenin risklerine odaklanmış, sistematik bir eğitim ve düzenli tatbikatlar ihmal edilmemelidir.

2. Afet sırasında ve sonrası erken dönemde yapılması gerekenler:

Afet sırasında toplumun doğru davranışının, afete bağlı zararları azaltmada önemli etkisi bulunmaktadır. Afet sırasında güvenli davranış ve afet sonrasında duyurulan önlemlere uyum, toplumdan beklenen temel katkıdır.

Afet sonrası erken dönemde arama-kurtarma, tıbbi bakım, gıda-barınma-güvenlik gereksinimlerinin karşılanması gibi planlamaya uygun müdahaleler, uyumlu bir koordinasyon içerisinde sürdürülmelidir.
Arama-kurtarma gereksiniminin öne çıktığı ilk 1-2 haftalık dönem sonrasında hızla ortamın normalleşmesi sağlanmalıdır. Bir yandan hasarlı yapıların yıkılıp, enkazın kaldırılması, diğer yandan da bölgede oluşan yerleşim yapısında (geçici olanlar dahil) günlük yaşam düzenine geçilmesi sağlanmalıdır. Çalışma ve eğitim yaşamına olanaklar ölçüsünde dönülmesi, toplumun travmasını daha çabuk atlatmasını sağlayacaktır.

3. Afet sonrası yeniden yapılanma:

Her afet aslında bir yeniden başlama etkisi/olanağı sunmaktadır. Dolayısıyla birinci maddede tarif edilen süreç, bölgenin yeni durumuna uyarlanarak gerçekleştirilmelidir. Yeniden ve doğru bir planlama, bu plana uygun yapılanma ve afetten alınan dersler kapsamında mevcut afete yönelik sistemde iyileştirme bu dönemin önemli etkinlikleridir.

Afet önlemleri görüldüğü üzere döngüsel, kesintisiz bir süreklilik içermektedir.

III. Afetlere Yönelik Önlemlerde Paradokslar:

Günümüzde dünyada doğal veya insan eliyle oluşan afetler ve bunlara yönelik önlemler konusunda yeterli bilgi, deneyim ve olanaklar mevcuttur. Ancak önemli bir sorun vardır ki, bu konuda mutlak başarıyı önlemektedir.

Afetlere yönelik önlemlerde farklı uygulama modelleri önerilmektedir ve bunların her birinin sağladığı avantajlar yanında ciddi sakıncaları ve/veya uygulama güçlükleri bulunmaktadır. Bu nedenle en gelişmiş toplumlarda bile, doğal afetler yıkıcı etkilere yol açabilmektedir.

Afete yönelik önlemlerin sınıflamasına uygun şekilde bu paradoksları şöyle inceleyebiliriz:

Güncel Durum:

1. Bölgenin Doğru Planlanması: Günümüz teknolojisiyle afete dayanıklı yerleşim yerleri inşa etmek mümkündür ve afet riskine karşı en etkili önlem budur. Ancak mevcut yerleşim yerlerini yeniden tasarlamak ekonomik yönden karşılanabilir değildir. Ayrıca gerek tarihsel-kültürel yapılar, gerek ise bölgede yaşayan insanların mevcut yerleşime duygusal bağlılıkları bu önlemi mümkün kılmamaktadır. Dolayısıyla ilk paradoks, en temel ve mutlak çözümün uygulanmasında büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır.

2. Sürdürülebilirlik: Afetin en önemli paradoksu, yol açtığı büyük yıkımın, uzun-çok uzun zaman aralıklarıyla oluşmasıdır. Bu nedenle afet sonrası oluşan yüksek duyarlılık, zaman geçtikçe azalmakta ve kararlarda güncel beklentiler giderek belirleyici olmaktadır. Yani insanın aç gözlü tarafına doğanın büyük tuzağıdır bu açıdan afetler.

3. Eski-Yeni Yapılarda Güvenlik Belirsizliği: Bölgenin mevcut yapısına kökten müdahale etmenin mümkün olmadığı bilinmektedir. Ancak hiç değilse yeni yapılarda bu deneyimlerden yararlanılabilir ve istikrarlı sürdürülürse, zaman içerisinde riskler azaltılabilir.

Ancak uzun bir geçmişi olan afete dayanıksız yerleşimler sorunu ülkemizde kompleks bir hal almıştır ve yeni yapıların tamamında bu nedenle mutlak güvenliğin sağlanamadığı görülmektedir. Burada paradoks, bölgede güvenli eski yapıların yanında güvensiz yeni yapıların da bulunmasıdır ve bu durum sorunlar arasındaki karmaşık ilişkilerin getirdiği bir sonuç ve çözümü de güçleştiren bir özelliktir.

4. Merkezi/Yerel Yönetim: Yardımın etkinliği ve verimliliği için bir merkezden yönetilmesi uygundur. Ancak bu merkezin, özellikle büyük ölçekli afetlerde oluşacak yoğunluğa cevap verebilmesi de yeterince hızlı ve gereksinimlere uyumlu olamamaktadır. Merkezi ve yerel farklı merkezlerden yönetime katılma girişimleri ise bölgedeki kaosu artırmaktadır. Bu durum afet sonrası erken dönemde olumsuz etkisini yoğun hissettiren bir paradokstur.

5. Arama-Kurtarma Örgütlenmesinde Bölgesel-Yerel Yapılanma: Ülkemizde afetlerde arama ve kurtarma hizmetlerinde görevli AFAD, ulusal düzeyde örgütlenmiş merkezi bir kurumdur. Afet dışı dönemlerdeki yangın, trafik kazası, göçük vb acil durumlarda ise arama-kurtarma hizmetlerinin sorumluluğu, belediyelere bağlı olan ve ülke düzeyinde alan kaplamasını yeterince tamamlamamış itfaiyelere bırakılmıştır. Bu paradoks, hem günlük yaşamda, hem de afet sonrası erken dönemde arama-kurtarma performansını özellikle etkinlik ve verimlilik açılarından kısıtlamaktadır.

6. STK Desteği: Günümüzde 3. Sektör olarak kabul edilen gönüllü hareketlerin desteğine, hem yedek kaynakların devreye alınması, hem de gönüllülük motivasyonunun pozitif etkisi nedeniyle afet sonrasında büyük gereksinim duyulmaktadır. Ancak bu tür hareketlerin uzmanlık yeteneklerinin değişken olması, ayrıca düzensiz ve çoğunlukla sınırlı kapasitede olması, ortamdaki kaosu artırmaktadır. Bu durum, fayda/zarar oranı açısından çok iyi yönetilmesi gereken önemli bir paradokstur.

7. İlk 72 Saat: Afet sonrası can kaybının önlenmesi açısından en önemli olan bu dönemde dış yardımın ulaştırılması genellikle gecikmektedir. Yerel olanaklardan performans beklenmektedir. Ancak yerel olanakların da afetten fiziksel ve ruhsal olarak olumsuz etkilenmiş olması, üzerinde yeterince çalışılmamış bir paradokstur.

8. Yerel Olanaklar: Afetler, bölgede çok uzun aralıklarla gerçekleşmektedir. Bu nedenle İlk 72 saatte afete etkin müdahale edecek boyutta yerel kapasite oluşturulması ve sürdürülmesi karşılanamaz bir maliyettir. Son iki paradoks, erken dönem müdahalede etkinlik kaybını kaçınılmaz kılmaktadır.

9. Yerli-Yabancı Ekipler: Afet sonrası yoğun hizmet beklenen yerli personelin önemli kısmı kendisi veya yakınlarının sağlık sorunları nedeniyle devreye girememektedir. Devreye girebilenler de ilk gün ruhsal travma nedeniyle etkin çalışamamaktadır. Bu nedenle yerli ekipler, yabancı ekiplerin görevi devralmasına gereksinim duymaktadır. Bölgeye yardıma gelen ekipler en sıkıntılı dönemde ulaşamadıkları gibi, ulaştıklarında da bölgeyi tanımadıkları için yerli personelin desteğine büyük gereksinim duymaktadır. Bu gereksinim paradoksu, yerli ve yabancı personel arasında etkin işbirliğini engellemektedir.

10. Profesyonel-Amatör ekipler: Burada kastedilen, hedeflenen hizmetteki yetkinlik düzeyidir. Afet bölgesindeki hizmetlerde hataların ölümcül sonuçları olabilmektedir. Bu nedenle kapsamlı donanım ve yüksek yetkinlikte insan gücü gerektirmektedir. Ancak zaman kısıtlılığı ve yüksek hizmet gereksinimi, bu yeterlikte olmayan bireylerin de hizmete katılımını gerektirmektedir. Bu durum da müdahale riskini artıran, kaçınılmaz paradokslardan biridir.

11. Yardım Depolama Sistemi: Bölgelerin afet riskleri genel olarak bilinmekle birlikte bir sonraki afetin yeri ve zamanı önceden bilinememektedir. Her riskli bölgeye yeterli yardım depolama fizibl değildir, sürdürülebilir de değildir. Ayrıca böyle bir depolamanın da afetten zarar görmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle tercih edilen bölgesel depolama sistemi ise, afete bağlı gelişen ulaşım zorluklarının da etkisiyle yeterince hızlı devreye girememektedir. Bu paradoks da iyi yönetilmesi gereken ciddi bir sorundur.

12. Yardım Gereksinimi: Afet bölgesinde, barınma, beslenme, tıbbi-teknik yardım gereksinimi en önemli sorundur. Bu gereksinimin karşılanması fazla zaman gerektirmektedir. Bu gereksinimi karşılamak amacıyla çok sayıda yardımcıya da gereksinim bulunmaktadır ve bu yardımcılar da bölgedeki barınma, beslenme vb gereksinimlerini artırmaktadır. Bu gereksinim paradoksu sonucunda yardımcıların gelen yardımları kullanmaları, ortamdaki duygusal kırılmayı artırmaktadır.

13. Yardım Zamanlaması: Erken dönemde afet, medyada geniş yer almaktadır. Bu nedenle oluşan hassasiyet, bölgeye yüksek miktarda yardım gönderilmesine neden olmaktadır. Ancak bölgedeki kaos ve yıkım, bu yardımın dağıtılmasını ve depolanmasını engellemektedir. Zamanla ülke gündemi değişmekte ve bölgeye gönderilen yardım azalmaktadır. Ancak yardıma gereksinim artarak devam etmektedir. Bu paradoks, yardımın verimliliğini azaltmaktadır.

14. Yardım Öncelikleri: Erken dönemde, bölgeden gelen görüntülerin de etkisiyle, arama-kurtarma-tıbbi yardım faaliyetlerine odaklanılmaktadır. Ancak diğer afetzedelerin de hava koşullarına da bağlı olarak acil yardım gereksinimleri bulunmaktadır. Gıda ve su gereksinimi yanında, giysi, barınma, tuvalet, güvenlik vb gereksinimlerin de ilk günden itibaren karşılanması gerekmektedir. Bu paradoks kitlesel hastalanmalara yol açabilecek önemde olup, en çok gözden kaçan durumlar arasındadır.

15. Sosyal Medya Çağrıları: Sorunların ve yardım önerilerinin en hızlı ve yaygın iletilebildiği alan sosyal medyadır. Ancak yanlış-eski bilgiler de aynı hızla yayılmaktadır. Hızlı ve yaygın iletişim, yardımın etkinliğini artırabilirken, hatalı-belirsiz-tekrarlanan mesajlar yardımın etkinliğine zarar vermektedir. Bu durum modern zamanların getirdiği güncel bir paradokstur.

16. Geçici Yerleşim Planlaması: Deprem sonrasında çadır, konteyner vb geçici yerleşimlere gereksinim duyulmaktadır. Yardım kuruluşları ağır hasarlı binaları kullananların barınabilecekleri kapasiteyi hedeflemektedir. Ancak binaları sağlam olanlar da yaşadıkları travma nedeniyle uzunca bir süre binalarını kullanamamaktadırlar. Bu paradoks, geçici yerleşim planlamasını güçleştirmektedir.

17. Bölgenin Tahliyesi: Deprem sonrası yaşanan travma, bölgenin görünümü, toz ve koku gibi nedenler, depremzedelerin bölgeyi terk etmesine neden olmaktadır. Ancak bir kısım depremzede ise, ev ve işyerlerinde enkaz altında kalan yakınları, değerli eşyaları için veya bölgeye yönelik duygusal bağları nedeniyle bölgede kalmayı tercih etmektedir. Bu paradoks tahliye planlamasını güçleştirmektedir.

18. Depremzedelerin Yerleştirilmesi: Deprem sonrası depremzedelerin birlikte yaşamaları, birbirlerine destek olabilmelerini sağlamakta ve hizmet sunumunu kolaylaştırmaktadır. Ancak bazı depremzedeler için bu yerleşim tarzı, travmalarını artırıcı etki yapabilmektedir. Bu paradoksun da planlamalarda dikkate alınması gerekmektedir.

Hastane Hizmetleri

19. Hastane Yeri: Afet sonrası ilk talep edilen hizmet, sağlık sektörüne yöneliktir. Bu nedenle hastaneler kritik yapılardır. Yeni bir hastane planlanırken ilk gereksinim, toplumun kolay ulaşabileceği, güvenli bir bölgede, bölgenin bugünkü ve gelecekteki nüfusuna yeterli olacak ve ilaveten afet sırasında yedek kapasite oluşturabilecek genişlikte bir arazidir ve günümüz kentlerinde böyle bir arazi genellikle bulunmamaktadır. Ya yerleşim yerine uzak bir yer veya yerleşim yerine yakın, ancak çok kısıtlı olanaklar sunan bir yer seçilmesi gerekmektedir. Bu da, bu kritik hizmet konusunda geleceğe uzanan bir paradokstur.

20. Hastane Binası: Konut yapımında, afet sırasında konutun görebileceği kısmi zarar, ekonomik nedenlerle göze alınmaktadır. Burada hedef, bireylerin konuttan sağ çıkabilmesidir. Hastane binası yapımında ise hedef, afet sırasında hizmetin kesintisiz sürdürülebilmesi ve afet sonrasında aniden artan büyük hizmet gereksinimine de olabildiğince yanıt verebilmesidir.

Ancak 2. maddede belirtilen nedenlerden dolayı, hastane binalarının tamamında bu güvenlik düzeyi tutturulamamaktadır. Buradaki bir ikinci paradoks da, aynı bölgedeki hastane binalarının bir kısmının güvenli, bir kısmının güvensiz olabilmesidir ve kullanıcılar afet sonrası erken dönemde bu ayrımı genellikle yapamamaktadır.

21. Hastanede Afet Hazırlığı: Özellikle afet bölgelerinde hastane yerleşkesinde olası afet için yeterli genişleme kapasitesi istenmektedir. Mobil hastane, kurtarma amaçlılar dahil büyük miktarda ekipman, yeterli çalışma alanı, helikopter pisti gibi, afet sonrası erken dönemde hayati önemdeki önlemler için yeterli alana gereksinim bulunmaktadır. Bunun nedeni, yerel toplumun hasta ve yaralılarını bildiği hastaneye götürme alışkanlığıdır. Ancak bölgede gerçekleşen afetlerin arasındaki uzun zaman dilimi, yedeklenen ekipmanın bakımı-yenilenmesi, depolanacak alanın güvenliği, güncel yaşamda bu alanlara duyulan yüksek gereksinim gibi nedenler bu ilave alanın hazır tutulmasını olanaksız kılmaktadır. Buradaki paradoks, hastanelerimizde afet sonrasında kaynaklarının ve çalışma alanının genişletilmesi gereksinimi karşısında, hastanelerimizin gündelik hizmetinde bile yaşadığı kaynak ve çalışma alanı kısıtlılığı sorunudur.

22. Mobil Hastane Yapısı: Günümüzde kullanılan mobil hastane modelleri çok çeşitlidir:
Çadır tipi yapıların depolanması ve bölgeye ulaştırılması daha kolaydır, ancak afet sonrası kurulması, bölgedeki kısıtlı kaynaklar nedeniyle zorluk yaşatmaktadır. Ayrıca bölgelerin çok farklı iklim vb koşulları ve afet sonrası uzayabilecek hizmet süresi gereksinimi açılarından düşük güvenlik/konfor/etkinlik sağlamaktadır.

Konteyner tipi hastaneler, hizmete daha çabuk başlayabilmekte ve daha etkin hizmet alanı oluşturmaktadır. Ancak bunların da depolanması ve bölgeye ulaştırılması daha güç olmaktadır.
Taşıt (uçak, kamyon, tren, gemi vb) tipi mobil hastaneler ise ulaşım sorunundan daha fazla etkilenmektedir.

Günümüz teknolojisi bu mobil hastane yapısındaki paradokslara genel geçer bir çözüm geliştirememiştir.

23. Hastane Afet Planı: Hastaneler kompleks işletmelerdir. Buna uygun kapsamlı afet planları, afet sonrası koşullarında sayısız nedenle uygulamaya konamamaktadır. Plansız çalışma ise ciddi bir verimsizlik ve yüksek hata riski taşımaktadır. Bölgesel düzeydeki düşük afet sıklığı, bu paradoksa bağlı sorunların çözümünü daha da güçleştirmektedir.

24. Tıbbi Malzeme: Bölgeden gelen haberler üzerine hızla bölgeye yüksek miktarda ilaç-tıbbi malzeme gönderilmektedir. Ancak afet koşullarında tıbbi hizmet kısıtlılığı nedeniyle ağır vakalar da hızla bölge dışına çıkarılmaktadır. Bu paradoks nedeniyle vakaların gönderildiği bölge dışındaki hastaneler malzeme sıkıntısı yaşarken, bölgeye gelen malzeme yeterince kullanılamamakta ve sağlıklı depolanamamaktadır.

25. Kullanımdaki Teknoloji Etkisi: Hastane büyüdükçe, yüksek teknoloji kullanımı artmakta, böylece daha çok hastaya, daha hızlı hizmet verilebilmektedir. Ancak bu gelişme, hastanenin afet kırılganlığını da artırmaktadır. Enerji kesintisi, alt yapı hasarı gibi nedenler, yüksek teknolonin kullanımını ve bu teknolojiyi kullanmaya alışmış sağlık çalışanlarının etkinliğini çok düşürmektedir. Bu da genellikle çok geç fark edilen bir paradokstur.

26. Bölgedeki Talep Sıklığı: Afet öncesi dönemde bölgede yoğun çalışan hastaneler, afet sonrası aniden artan talebe daha hızlı uyum sağlayabilmektedir. Öte yandan afet etkisi, hastanede yatan çok sayıda hastaya çeşitli zararlar verebilmektedir. Bu paradoks zarar görebilirlik/fayda üretebilirlik oranını etkilemektedir.

Sosyal Konular:

27. Afet Eğitimi: Ülkemizdeki yaygın ve yüksek afet risk nedeniyle, toplum genelinde erken yaşlarda afet eğitimi gereksinimine odaklanılmaktadır. Ancak bu yaklaşım aynı zamanda geleceğe dönük bir güvensizlik duygusu içermektedir. Bu paradoks, hem afete etkin hazırlanma motivasyonunu düşürmekte, hem de toplumun ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir.

28. Hakkaniyet: Afet sırasında zarar gören binalarda, bu binaları yapanlar ve yapımı denetleyenler değil, binaları satın alan kullanıcılar bulunmaktadır. Dolayısıyla hem fiziksel, hem de ekonomik zararı bu kişiler görmektedir. Yani zarara uğrayanların kusurlular değil de, yapım maliyetini karşılayanlar olması bir hakkaniyet paradoksudur.

29. İnsan Psikolojisi: En konsantre düşünülmesi ve hızlı eyleme geçilmesi gereken dönemde afetzedeler ve bölge içi-bölge dışı yardım ekipleri, travmanın farklı boyutlarını yaşamaktadırlar. Bu duygulanım paradoksu ekipler-gruplar arası iletişimi güçleştirmektedir.

30. İlgi Farklılığı: Afet sonrası erken dönemde bölgeye yardıma gelen iyi niyetlilerin yanında, hırsızlık, yağma gibi amaçlarla da gelenler olabilmektedir. Bu niyet paradoksu afete bağlı kaos ortamında ilave zararlara yol açabilmektedir.

31. Maliyete Katılım: Kullanıcılar binayla ilgili balkonların kapatılması, konut/işyeri içerisinde tadilatlar gibi şıklık ve konfor artıran maliyetleri gönüllü olarak üstlenmekte, ancak binanın güçlendirilmesi veya yenilenmesi gibi güvenlik artıran maliyetlere ilgi duymamaktadır. Bu paradoks bölgede nüfus yoğunluğunun artırılması gibi farklı çözüm yöntemleriyle aşılmaya çalışılmakta, ancak bu kez de kamu ortak alanları olumsuz etkilenmektedir.

32. Bina Satışında Taraflarının Bilgi Eşitsizliği: Bireyler kullanacakları binaların deprem dayanıklılığını analiz edecek bilgi, deneyim ve olanaklara sahip değildir. Bu konularda bilgili olan taraf ise satıcıdır. Bu bilgi paradoksu, piyasanın denetleyici-düzeltici etkisini engellemektedir.

33. Satın Alma Tercihi: Bireylerin konfora yönelik tercihleri ve güvenliğe yönelik ilgi ve bilgi eksikliği, inşaat sektöründeki rekabeti yönlendirmektedir. Bu nedenle yüklenici, inşaat maliyetinin sadece % 5’ini oluşturan taşıyıcı sistemde ve işçilikte tasarruf yapmaya yönelmektedir. Bu tercih paradoksu, alıcıların bilgi eksikliğinin olumsuz etkisini artırmaktadır.

34. İnsana Dair: Kullanıcıların bina güvenliği konusundaki bilgi-tecrübe eksikliğini gidermek üzere, belediyeler, meslek odaları, denetim firmaları, tedarikçiler vb çok sayıda kademeden oluşturulmuş sistem de etkisiz kalmaktadır. Bu paradoks, insan tarafından oluşturulan sistemin, insan tarafından kullanılamaması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

35. Çoğulcu Demokrasi: Demokrasi topluma sorumluluk getirir. Toplum, tercihlerinin olumlu ve olumsuz sonuçlarından sorumludur. Bireyler örneğin konut veya işyerlerinde kaçak tadilatlara kolaylık sağlayan politikacıları tercih etmekte, afet zararlarında ise aynı kişilere öfkelenmektedir. Demokrasiye ait paradoks, afetlerin etkisi üzerinde belirleyicidir.

36. Bölünmüş Toplum: Yardım edenler arası rekabet dünyanın sorunudur. Ancak toplumumuzda oluşan gruplaşma şekli, her bir grubun, kendi içinde büyük bir yardım etkinliği gerçekleştirmesine, ancak aynı zamanda diğer tarafın benzer etkinliklerini de şiddetle eleştirmesine yol açabilmektedir. Bu tür gruplaşma, aynı grup içerisindeki özeleştiriyi de engellemektedir. Bu da afete müdahalede ülkemize özel bir paradoks oluşturmaktadır.

37. İfade Özgürlüğü: Toplumun afete müdahale konusunda gözlem ve düşüncelerini ifade hakkı vardır. Ancak toplumda kutuplaşma vb durumlar halinde bu açıklamalar özellikle erken dönemde yardımları olumsuz etkileyebilmekte, örneğin kişilere yönelik eleştiriler, kurumları yıpratabilmekte ve afet sonrasına uzanan kalıcı zararlar oluşabilmektedir. Özgürlük paradoksu yeni bir durum değildir.

38. Bilgi Edinme Hakkı: Afete müdahale eden ekip-kurumlar afet sonrası erken dönemde olumsuz koşullarda çok yoğun çalışmaktadır. Bu nedenle erken dönemde yeterli raporlama yapılamamaktadır. Bu paradoks, ifade özgürlüğüyle birleştiğinde, yetersiz bilgi üzerinden yoğunlaşan eleştiriler, hem afetzedeleri, hem de yardım edenleri duygusal yönden yıpratabilmektedir.

39. Disiplinli toplum: Disiplinli toplum yasalara uyacağı için öncelikle afet riski büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Yine de kitlesel kazalar gibi bir riskin gerçekleşmesi durumunda disiplinli toplum/ekipler etkin yardım sunabilecektir. Ancak afete bağlı oluşan kaos, sıklıkla kural dışına çıkılmasını gerektirmekte, bireysel inisiyatiflerden de çok yararlanabilmektedir. Ekip çalışması/bireysel performans yaklaşımları, afet ortamında iyi yönetilmesi gereken bir paradokstur.

40. Güvenli Duruş: Deprem sırasında masa altına girmek, devrilen dolap vb tehlikelerden korur. Külçe oluşturacak eşya yanına yatmak ise binanın çökmesi halinde yaşam üçgeni oluşturabilir. Görüldüğü gibi paradokslar sürecin her aşamasında karşımıza çıkmakta.

IV. Çözüm Önerileri:

Toplumsal Dayanışmanın Korunması: Toplumumuzun bölünmeye yönelik yüksek eğiliminin en belirgin göründüğü alanlardandır afetler. Aslında 1980 öncesinde bölünmenin yıkıcı etkilerine yönelik önemli deneyimleri olmasına karşın, günümüzde toplumumuz farklı bir gerekçeyle yeniden birbirine öfke duyan iki büyük topluluk haline gelmiştir. Bu durum, sadece afetlerle sınırlı kalmayıp, önemli bir ülke sorunu haline gelmiştir. Öncelikle ülkemiz bu sorununu çözmelidir. Bunun için de çocuk gelişiminden ve aileden başlayan kapsamlı bir program planlanmalıdır.

Afet Eğitimi: Toplumun her kesiminin mutabık kaldığı bir gereksinimdir. Ancak bu etkinliğin, afete bağlı zararların kesin çözümü konusunda geleceğe yönelik bir umutsuzluk duygusu içerdiği paradoksunu da dikkate almak gerekmektedir. Bu nedenle öncelikle kesin çözüme odaklanarak, topluma erken yaşlardan itibaren “işini doğru yapma alışkanlığı” kazandırmaya çalışılması en doğru seçenektir.  Sonuçta doğru yapılan binalar afete kesin çözüm olacaktır. Ancak geçiş döneminde yine de afet eğitimi gerekli olacaktır. Bu gereksinimin de ilkyardıma da yer veren daha kapsamlı bir acil durum eğitimi programıyla karşılanması uygun olacaktır. Koşullar iyileştikçe eğitim içeriğindeki konu ağırlığı güncellenebilir.

Afet Yönetimi: Öncelikle yönetimde merkezi-bölgesel-yerel örgütlenmenin rolü yeniden yapılandırılmalıdır. Her bir aşamanın avantaj ve dezavantajlarının iyi yönetilmesi halinde ancak etkin sonuç alınabilir.

Merkezi örgütlenme, devlet yönetimine ulaşım kolaylığıyla hızlı karar alma, bölgedeki kaosun dışında kalması nedeniyle daha sağduyulu bilgilendirme ve amaca uygun yönlendirme gibi avantajlara sahiptir. Yine ülke içi-ülke dışı afetlerden biriken deneyimleri de afet bölgesine aktarma avantajı bulunmaktadır. Ancak bu merkezi etkileyecek bir afet olasılığına karşı etkin şekilde yedeklenmesi de gerekecektir.

Bölgesel Örgütlenme: Yerel koşulları yeterince hızlı ve detaylı algılama zorluğu merkezi yönetim için önemli bir dezavantaj oluşturmaktadır. Bu sorun da bölgesel sorumlular belirlenerek ve her birinin kendi bölgelerinin afet hazırlıklarına etkin katılımı sağlanarak bölgeyi iyi tanımaları ile büyük ölçüde aşılabilir. Her önlemin yedeklenmesi afetin temel gerekliliklerindendir. Bu şekilde bölgeler, hem merkezi, hem de birbirlerini yedekleme olanağı sağlarlar. Bölgesel sorumluların bölgesel ekip-depo vb yapılanmalarda bulunmaları ve merkezle, diğer bölgelerle ve kendi bölgeleriyle yakın temas halinde bulunmaları etkinliklerini artıracaktır.

Yerel örgütlenme: Hızlı ve etkin müdahale avantajına sahiptir ve ilk 72 saatte en çok performans beklenen birimdir. Ancak en büyük dezavantajı, afete doğrudan maruz kalmasıdır. Ekipman, insan gücü kaybı ve ruhsal travma yanında, bölgedeki kendi yakınlarına yardım gereksinimiyle görevi arasında kalmaları zorlu engellerdir. Bir başka dezavantaj, afetlerin bölgesel sıklığının çok düşük olmasıdır. Dolayısıyla yerel kapasitenin sürdürülebilirliği de çok sık deneyimlenen genel bir zorluktur.
Aslında yerel örgütlenmenin etkinleştirilmesi için alınabilecek bazı önlemler vardır. Öncelikle yerel örgütlenme, bölgenin acil yardım hizmetleri içinde planlanmalıdır. Yani afete yönelik yedek kapasite bölgenin acil yardım hizmet sunucuları bünyesinde oluşturulmalıdır. Ayrıca acil yardım hizmet sunucularının hizmet birimleri ve insangücünün yaşam alanları, bölgenin afet risklerine yüksek dayanımlı hale getirilmelidir. Önlemleri güncel ve etkin tutmaya yönelik başka birçok yöntem bilinmektedir, ancak uygulama standart hale getirilememiştir.

Afet Müdahalesi İçin Kurumsal Yapılanma: Arama kurtarma, geçici barındırma gibi hizmetlerde, afet halinde AFAD’ın, günlük yaşamdaki acil durumlarda İtfaiye’nin görevlendirilmesi paradoksu, bir yeniden yapılandırmayla aşılabilir.

Öncelikle İtfaiye örgütünün, polis ve ambulans hizmetleri gibi merkezi bir yapılanmaya ve alan kaplama yöntemiyle ülke genelinde ortak standartta örgütlenmeye gereksinimi bulunmaktadır. Böyle bir yapılanma ile hem kendi yedek kapasitesini daha etkin kullanabilir, hem de gönüllüler gibi toplum kaynaklarından da daha etkin yararlanabilir. İlk 72 saat bu şekilde daha kontrollü yönetilebilir.
AFAD ise, afetlere müdahalede merkezi ve bölgesel etkin destek amaçlı kurgulanmalıdır. Bu kapsamda bölgesel depolamanın verimliliğini ve etkinliğini sağlamalıdır. Ayrıca askeri hizmetlerdeki özel birlikler tarzı iyi yetişmiş ekipler oluşturmalıdır. Bu ekiplere, ülke içi ve dışındaki afetlerde deneyim kazandırılmalıdır.

AFAD’ın bir diğer sunacağı fayda, merkezi bir Afet Akademisi kurmasıdır. Üniversite ve diğer kurumlardan sağlanacak eğitim-araştırma desteğinin yanında, merkezi özel ekiplerden de eğitici olarak yararlanılabilir. Bu şekilde yerel ekiplerin eğitimine destek sağlanması, hem ekiplerin yerel güçlerle iletişimi güçlendirecek, hem de kendi afete müdahale becerilerinin güncel kalmasını sağlayacaktır. En iyi öğrenme öğreterek olur. Böyle bir eğitim kurumu farklı ülkelerde bulunmaktadır. Ülkemizde de başarılı bir Sivil Savunma Koleji deneyimi yaşanmıştır.

Bu özel ekipler, yine askeri hizmetlerdeki gibi, her türlü gereksinimini (barınma, beslenme, su, yakıt vb) kendi sağlamalıdır. Bu ekip üyeleri, afet bölgesinde devreye giren profesyonel ve gönüllü ekiplere birer kişi olarak dağılıp liderlik de yapabilir. Bu tarz etkin faaliyet konseptleri çalışılmalıdır.

Ülkemizde bir afette STK’lar, diğer bir afette madenciler, bir başkasında inşaatçılar popüler olmaktadır. Aslında askerler de dahil bütün bu gruplar, ulusalda AFAD, yerelde İtfaiye örgütleriyle önceden bağlantılandırılmalıdır.

Afet yardımında kurumsal uzmanlaşma yöntemi ülkemizde denenmiş (AFAD’ın geçici barınmadan, Kızılay’ın beslenmeden sorumlu olması vb), yöntem doğru olmakla birlikte, önceden topluma iyi anlatılamadığı için, uygulamada güçlü bir toplum tepkisiyle karşılaşmıştır. Dolayısıyla afet iletişimi, sadece afet sonrasında değil, öncesinde de ve sosyal medya gibi güncel teknoloji dikkate alınarak yeniden kurgulanmalıdır. Bilgilerin doğruluğu yanında güncelliği de hızlı, etkin ve güvenilir şekilde teyit edilebilmelidir.

Güvenli Duruş paradoksuna dair önlem olarak Çök-Kapan-Tutun yöntemi önerilmiştir. Bu duruş ile, bina çökmesi halinde yatar pozisyona geçmek kolaydır. Öte yandan dolap devrilmesi vb durumlarda da son bir kaçınma hamlesi şansı verebilecektir.

Özet olarak ülkemizde afet yönetiminin temeli sağlamlaştırılmalı ve sonra süreç yönetiminde Maslow’un ihtiyaç önceliği, bölgeye gelen yardımların yönetimi gibi diğer önemli konular değerlendirilmelidir. Tüm bu sürece çok etkili olan toplumsal sorunlarımızın etkisi de göz ardı edilmemelidir.

V. Sonuç:

Büyük ve gelişmiş ülkemiz göz göre göre intihara koşmaktadır. Afet deneyimi ülkemizde ve dünyada çok birikmiştir. Ancak burada tartıştığımız temel paradokslar nedeniyle ülkemizde afet müdahalelerinde sürekli olarak aynı sorunlar yaşanmakta ve gecikmeler, hatalar oluşmakta, önlenebilir kayıplara karşı bugünkü gelişmişlik düzeyimizde hak ettiğimiz başarıya ulaşılamamaktadır.

Afet yönetimindeki sorunlarımızı çözebilmek için işe neden/sonuç analizini yenileyerek başlamamız doğru olacaktır.

 


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:10 Nisan 2023

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.