İki dil iki zeka mı

İkinci bir dili konuşmak, sorun çözme becerilerinden kişiliğe birçok konuda farklılık yaratabilir. İki dil iki zeka mı?

İkinci bir dili konuşmak, sorun çözme becerilerinden kişiliğe birçok konuda farklılık yaratabilir.  İki dil iki zeka mı?

Britanyalı yazar Catherine de Lange’a göre, iki dil adeta iki insan olmak demek. İki dillilerde Alzheimer 5 yıl geç geliyor.. Son dönemlerde yapılan bir yığın araştırma iki dil konuşmanın kişinin düşünce biçimini derinden etkileyebileceğini gösteriyor. İki dil öncelikle bilişsel gelişimi etkiliyor. Kimi araştırmalar, kişinin sahip olduğu anıların, değerlerin ve dahası kişiliğinin bile konuştuğu dile göre farklılıklar gösterebileceğini ortaya koyuyor. İki dilli bir beyin sanki iki farklı anlağı (zekâyı) içinde barındırıyor. Tüm bunlar da insanın düşünce biçiminde dilin temel bir rol oynadığına işaret ediyor. Gallaudet Üniversitesi sinirbilim uzmanlarından Laura Ann Petitto, “İki dillilik insan beyninin incelenmesi açısından olağanüstü bir unsur,” diyor. İki dillilik her zaman bu denli göklere çıkartılan bir durum olmadı. Anne ve babalarının anadilleri farklı olan çocuklara her iki dilin de öğretilmesi çoğu zaman tartışmalara neden oldu. En azından 19. yüzyıldan itibaren eğitimciler iki dil öğrenmenin çocuğun kafasını karıştıracağı, bu yüzden hiçbir dili doğru dürüst konuşamayacakları yolunda uyarılarda bulunmaya başladılar. İki dil öğrenmeye çalışan çocukların en iyi durumda ellerinden her iş gelen, ancak hiçbir konuda uzmanlaşamayan kişilere dönüşecekleri öne sürüldü. En kötü durumda da, iki dilliliğin gelişimin öteki unsurlarını köstekleyeceği ve bunun da daha düşük bir IQ düzeyiyle sonuçlanabileceğine dikkat çekildi.

HEPSİ KORKUSUZ ÇIKTI

Şimdilerde bu tür korkuların temelsiz olduğu görülüyor. İki dil konuşabilenlerin her iki dildeki sözcük dağarcıklarının genelde tek dili konuşan akranlarına kıyasla daha kısıtlı olduğu ve nesneleri adlandırırken doğru sözcüğü bulma konusunda kimi zaman daha yavaş oldukları bir gerçek. Ne var ki, McGill Üniversitesi’nden Elizabeth Peal ile Wallace Lambert’in 1960’larda yaptıkları önemli bir araştırma, iki dili konuşabilme yeteneğinin kişinin genel gelişimini engellemediğini ortaya koydu. Tam tersine, sosyoekonomik konum ve eğitim gibi performansı etkileyebilecek başka unsurlar da ele alındığında araştırmacılar; iki dil konuşanların uygulanan 15 sözel ve sözel olmayan sınavda da tek dil konuşanları gölgede bıraktıklarına tanık oldu. Ne yazık ki bu araştırmadan elde edilen bulgular büyük ölçüde göz ardı edildi. Daha sonra iki dilliliğin yararlarını araştıran birkaç çalışma yapıldıysa da araştırmacı ve eğitimcilerin büyük bir çoğunluğu iki dil konuşmanın sakıncalı olduğu yolundaki eski görüşe bağlı kaldılar. İki dillilik ancak son birkaç yıldır hak ettiği ilgiyi görmeye başladı. York Üniversitesi ruhbilimcilerinden Ellen Bialystok, “30 yıldır küçük karanlık odamda otururken, son beş yılda sanki kapılar ansızın açılıverdi,” diyor.

SİNİRBİLİM ÇALIŞMALARI

İki dillilik konusunun yeniden ilgi çekmesi kısmen son dönemlerde sinirbilim alanında yaşanan gelişmelerden kaynaklanıyor. Bu gelişmelerden biri olan işlevsel yakın kızılötesi görüntüleme yöntemi (fNIRS) sayesinde araştırmacılar artık bebeklerin dille ilk karşılaşmaları sırasında beyinlerinde olup bitenleri izleyebiliyor. Bu yöntemden yararlanan Petitto ve arkadaşları tek dil ya da iki dil konuşarak yetiştirilen bebekler arasında çarpıcı farklılıklara tanık oldular. Şimdilerde yaygın olan görüş bebeklerin herhangi bir dilin seslerini ayırt edebilen “dünya vatandaşları” olarak doğdukları yönünde. Ancak uzmanlar, bir yaşına geldiklerinde bebeklerin bu yeteneklerini yitirdiklerine ve yalnızca ana dillerinin seslerine yöneldiklerine inanıyor. Bu durum görünürde tek dil konuşanlar için geçerliydi, ama Petitto’nun araştırması iki dilli çocukların bir yaşını doldurduklarında da tümden yabancısı oldukları diller karşısında yoğun bir sinirsel etkinlik sergilediklerini ortaya koyuyordu. Petitto, iki dillilik deneyiminin dil öğrenimi için bir “pencere açtığına” inanıyor. Daha da önemlisi, iki dilli çocukların ilk sözcük gibi dilsel dönüm noktalarını tek dilli çocuklarla aşağı yukarı aynı zamanda yaşamaları, iki dilliliğin çocuğun gelişimini önlemek yerine, tam tersine körüklediği görüşünü destekliyor. Petitto, “Tek dilli beyin sanki diyetteymiş gibi görünüyor. Oysa, iki dilli beyin bizlere dil dokusunun var olan tüm sınırlarını gösteriyor,” diyor. Gerçekten de, iki dillilik konusu eşelendikçe daha nice yararları da su yüzüne çıkartıldı. Bialystok bu yararlardan birini çocuklardan çeşitli tümcelerin dilbilgisi açısından doğru olup olmadıklarını sorarken ortaya çıkardı. Dilbilgisi kurallarına aykırı tümceleri ayırt etme konusunda tek dilli çocuklarla iki dilli çocuklar eşit bir performans sergilerlerken, sözgelimi “elma burunda yetişir” gibi mantığa aykırı tümcelerde tek dil konuşanların afallayıp yanlış yanıt verdikleri, buna karşılık iki dilli çocukların doğru yanıtı buldukları görüldü. Bialystok bu durumun dilbilgisi konusundaki uzmanlıktan çok beynin “yönetici sistemi” olarak bilinen ve ilgisiz bilgileri devre dışı bırakıp eldeki işe odaklanma yeteneği üzerinde yoğunlaşan bir dizi anlaksal becerinin yer aldığı düzenekteki gelişmeden kaynaklanabileceğini düşündü. Bir başka yönetici beceri de bir işten bir başka işe kafa karışıklığı yaşamadan geçebilme yeteneğiydi ve iki dilliler bu açıdan da çok daha başarılıydılar.

İKİNCİ BİR BAKIŞ AÇISI

Bu gibi özellikler okumadan, matematiğe ve araba kullanmaya, yaptığımız hemen hemen her şeyde önemli bir rol oynuyor. Bu yüzden de söz konusu özelliklerin geliştirilmesi anlaksal açıdan çok daha büyük bir esneklikle sonuçlanıyor. Bu da iki dillilerin Peal ile Lambert’in deneylerinde neden daha başarılı olduklarını açıkça gözler önüne seriyor. İki dilliliğin yararları toplumsal becerilerimize dek uzanabiliyor. Princeton Üniversitesi ruhbilimcilerinden Paula Rubio-Fernendez ve Sam Glucksberg iki dil konuşanların kendilerini başkalarının yerine koyabilme ve olaylara başkalarının gözünden bakabilme açısından da daha başarılı olduklarını ortaya koydu. Bu özellik iki dil konuşanların bildiklerini daha kolay bir kenara koyup başka bir bakış açısına odaklanabilmelerinden kaynaklanıyor. Peki, iki dilliliğin beyni böylesine esnek kılmasının ardında yatan nedir? Çeşitli etkinliklere katılan deneklerin bakışlarını göz izleme aygıtıyla izleyen Northwestern Üniversitesi’nden Viorica Marian ve arkadaşları iki dil konuşanların beyninde dillerin ilgi çekmek için sürekli birbirleriyle yarıştıklarına tanık oldu. Öyle ki iki dil konuşanlar konuştuklarında, yazdıklarında, ya da radyo dinlediklerinde beyinleri sürekli olarak doğru sözcüğü seçmek ve bu arada aynı sözcüğün öteki dildeki karşılığını dizginlemekle uğraşıyor. Beyindeki bu anlaksal cimnastiğin yaşlanmanın verdiği yıkıma karşı bir direnç oluşturup oluşturmadığını merak eden Bialystok ve arkadaşları bunama tanısı konan ve yarısı iki dil konuşabilen 184 denekle ilgili veriler topladı. Verilerden elde edilen ve 2007 yılında yayımlanan sonuçlar son derece şaşırtıcıydı: İki dil konuşanlarda belirtiler tek dil konuşanlara kıyasla dört yıl gecikmeli olarak ortaya çıkmaktaydı.

İKİ DİLLİLERDE ALZHEİMER GECİKMELİ

Araştırma üç yıl sonra ve bu kez Alzheimer belirtileri gösteren 200 kişi üzerinde yeniden uygulandığında, yine iki dil konuşanlarda belirtilerin yaklaşık beş yıllık bir gecikmeyle ortaya çıktığı görüldü. Bu sonuç meslek ve eğitim gibi unsurlar gözönünde tutulduğunda da geçerliliğini sürdürmekteydi. İki dillilik beyni geliştirmenin yanı sıra davranışı da derinden etkiliyor olabilir. Sinirbilim ve ruhbilim uzmanları arasında dilin düşünce ve akıl yürütmeyle yakından ilintili olduğu görüşü giderek yaygınlık kazanıyor. Bu da iki dil konuşanların konuştukları dile göre farklı bir davranış biçimi sergileyip sergilemedikleri sorusunu gündeme getiriyor. Şimdi Kaliforniya Üniversitesi’nde görevli olan Susan Ervin-Tripp 1960’lı yıllarda bu soruyu araştırmanın öznel bir yolunu buldu. Japonca ve İngilizce konuşan deneklerin bir dizi tamamlanmamış tümceyi önce bir dilde, sonra öteki dilde olmak üzere iki seansta tamamlamalarını isteyen araştırmacı deneklerin tümceleri kullandıkları dile göre çok farklı biçimlerde tamamladıklarına tanık oldu. Sözgelimi, “Gerçek dostlar...” tümcesi verildiğinde Japonca “birbirlerine yardımcı olmalıdır” yanıtını verirlerken, İngilizce “dürüst olmalıdırlar” karşılığını yeğledi. Tümden bakıldığında sonuçlar her iki dilden yalnızca birini konuşanların tümceleri genelde nasıl tamamladıklarını yansıtmaktaydı. Bu bulgulardan yola çıkan Ervin-Tripp iki dil konuşanların, her dil için bir tane olmak üzere, iki anlaksal kanaldan tıpkı iki farklı beyinmiş gibi yararlandıkları görüşünü ortaya attı. Son zamanlarda yapılan çeşitli araştırmalar da görünürde bu görüşü destekliyor. Örneğin, İngilizce ve İspanyolca konuşan deneklere kadın karakterler tarafından canlandırılan TV reklamlarını önce bir dilde, altı ay sonra da ikinci dilde izleten New York Baruch College uzmanlarından David Luna, deneklerin reklamı İspanyolca izlediklerinde kadınları bağımsız ve dışa dönük olarak betimlerken, İngilizce izlediklerinde aynı karakterleri umutsuz ve bağımlı olarak tanımlandıklarına tanık oldu.

YENİ BİR DİL ÖĞRENİN

Davranışlardaki değişikliklerin bir bölümü, dilin anıları destekleyen ve biçimlendiren bir tür yapı iskelesi işlevi görmesiyle yakından bağlantılı olabilir. Çok sayıda araştırma bir nesnenin adını bildiğimizde onu çok daha kolaylıkla anımsayabildiğimizi ortaya koyuyor. Bu da erken çocukluk döneminden neden çok az anıya sahip olduğumuzu açıklayabilir. Bir dilin kendine özgü düzeneğinin anılarımızı biçimlendirebileceği yönünde kimi kanıtlar var. Oldum olası yaşamın daha geç evrelerinde yeni bir dil öğrenmenin güçlüklerinden söz edilir. Ne var ki bugüne dek elde edilen bulgular bu yolda verilen çabaların boşa gitmediğine işaret ediyor. Marian, bir insanın, hangi yaşta olursa olsun, ikinci bir dili akıcı olarak konuşmayı öğrenebileceğine ve bunun kendisine bilişsel açıdan yararlar sağlayabileceğine dikkat çekiyor. Bialystok da bu görüşe katılıyor ve, “Hangi yaşta olursanız olun yeni bir dil öğrenin. Bunu iki dili konuşmak için değil, yalnızca zihinsel uyarılmayı sürdürmek için yapın. Bilişsel rezervin kaynağı budur,” diye ekliyor. CUMHURİYET BİLİM TEKNOLOJİ EKİ

Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:15 Eylül 2012Yayınlanma Tarihi:16 Eylül 2012

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.