Sosyal Damgalamada Laikliğin Doğru Tanımı

Laikliğin batıda ortaya çıkma sebebi, birinin kendi inancının, kendi değerlerinin başkalarının üzerine zorla sunulmaması içindi. Batıda laikliğin kültürel olarak ortaya çıkışı, kilise baskısına bir reaksiyondu. Kilise halka baskı yapıyordu; ya kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak görmelerini ya da yok olmayı göze almalarını söylüyordu. Roma döneminde, baskı kültürel olarak kilise erkinin eline geçmişti. Ortodokslarda durum biraz daha farklıydı. Ortodokslarda kilise yönetimi belirleyici değildi, yönetim kiliseyi emrine almıştı. Fakat Katoliklerde kilise, yönetimi emrine aldı ve son söz sahibi oldu. Bizans’ta devlet kendisi din seçmişti. Ortodokslarda, devlet dini tanzim etme hakkına sahiptir. Türk tarzı laikleşme Ortodoks tarzına dönüştü. Türklerin Müslüman olması yukarıdan aşağıya oldu ve devlet dini tanzim etme, dini öğretme, dayatma gibi sorumluluklar yüklendi. Bunun karşıtı olarak da dini hayattan çıkarma yerine başka bir din, Şamanizm, Hıristiyanlık gibi dinler koyma projeleri ortaya çıktı. Bunların hepsi Ortodoks projesi gibi yukarıdan aşağıya uygulamalardır. Laiklik bu tür dini yaptırımlara karşı Fransa’da çözüm olarak ortaya çıktı. Fransa Katoliklerin en güçlü olduğu ve jakoben, baskıcı kültürün en çok yaşandığı yerdi. Fikir tartışmalarının burada çok yaşanması, kiliseye reaksiyon olması ve ihtilalin ortaya çıkması tesadüfi değildir. Dine daha özgürlükçü yaklaşan Almanlar ve İngilizler Protestan oldular. Protestanlıkta laiklik ortaya çıktı ve böylece kimse kimseye karışmayacak, her din kendi içinde özgür olacak ama başkasının alanına saygı gösterecek tarzda yaşanacaktı. Laikliğin ortaya çıkması, toplumun çoğunluğu neyi istiyorsa onun kültürel standartlarını oluşturması ama toplumun çoğunluğu gibi düşünmeyenlerin de kendi içerisinde özgür olma alanlarının oluşması anlamına geliyordu. Bu durum evrenin yaratılışındaki ilahi iradeye çok paraleldir. Yaratıcı, insanları yaratmış, daha sonra doğru ve yanlışın ne olduğunu açıklamıştır. Doğru ve yanlışı seçme konusunda insanları özgür bırakmıştır. Fakat peygamberleri ve elçileri aracılığıyla iyi ve doğruyla ilgili mesajlarını devamlı göndermiştir. Evrenin yaratılışındaki bu ilke, çok kültürlülüğü, çoğulculuğu ve farklılıklara saygıyı sunar. Toplumun çoğunluğu ilahi iradenin istediği yaşam tarzının dışında bir tarzı istiyorsa, bu durumda, zorla ilahi irade tarzına gireceksin demek dindeki öze uymaz. Nasıl ki bir anne-babanın 18 yaşına gelmiş çocuğuna zorla “Böyle yap yoksa seni reddederim” demesi insanın biyolojik ve psikolojik doğasına uymuyorsa, yönetimler açısından da durum farklı değildir. Başkalarının yaşamına belli bir hayat anlayışını zorlayan laiklik, evrendeki yaratılış felsefesine de uymuyor. Zorla başka bir dini kabul ettirmenin olmadığı, herkesin kendi içinde özgür olduğu bir anlayışın hakim olması normal olandır. “Zorlama yok” kavramı da burada çıkar. Ama toplumda ortak standartları da çoğunluk oluşturur, bu çoğunluğun standartlarına uymayanlar kendi içlerinde özgür olabilmeliler. Osmanlı bunu başarmıştır. İmparatorluk döneminde dini standartlara uymayan mesela Lübnan’da şeytana tapan gruplar ortaya çıkmıştı. Şu anda da uzantısı devam eden putperestliğe benzer dinlerin ortaya çıkmasına karşı Osmanlı padişahları ve şeyhülislamları kamu düzenini bozmuyorsa karışılmaması kararını vermişti. Mesela Amerika’daki Mormon tarikatının üyeleri teknoloji kullanmayan, çok çocuklu geniş aile mantığında olan, sigaraya, içkiye, kumara karşı olan, kimseye zararı olmayan anlayış içindeler. Katolik yaklaşımda bu tür gruplara illa dinlerini değiştirmeleri konusunda baskı vardır. Laiklik buna karşı çıkar. Ne laik yaşam tarzındaki insanlar ne de dindar insanlar hayatının her anında kendi yaşam felsefelerini yaşayabilirler. Ne laik insan her anında laiktir ne de dindar olan kişi her anında dindardır. Böyle durumlarda kültürel sınırları çizmek çok zordur. Nerede başladığı ve nerede bittiğini belirlemek imkânsızdır. Bu sebepten dolayı çoğul kültür içerisinde kişilerin özgür bırakılması gerekir. Çünkü çoğulcu olmak evrenselliktir ve insanlığın geldiği önemli bir noktadır. Farklı fikirlere saygı duymak, farklı fikirlere fırsat vermek serbest fikir piyasasının oluşmasını ve yeni düşünce üretimini de sağlar. Bu da fikirlerin barışçıl bir şekilde rekabetine sebep olur. Çoğulculuğun olduğu yerde yetenekler serbest kalır ve önü açılır. Rağbet gören fikir ve kültür gelişir, rağbet görmeyenler ise yok olur. Bunun için barışçıl kültürel rekabet faydalıdır ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu şekilde ortaya çıkmıştır. İnsan hayatına ve onuruna saygı, yaşama hakkı, adil yargılanma ve seyahat hakkı gibi temel insan hakları konusunda herkes eşit olmalıdır. Temel insan haklarında dokunulmazlıklar vardır ve Avrupa Birliği bunu olmazsa olmaz bir şart olarak kabul eder. Temel standartlar insanı bir değer olarak tanımlar ve bu standartlara uymayanlar modern, çağdaş insan olarak kabul edilmezler. İnsan haklarının bazılarını kabul edip “Devlet için insan öldürebilirim” diyen biri modern ve çağdaş olamaz. Çünkü insanın yaşama hakkı ve adil yargılanması kabul edilmiyorsa, yanlış bir hukuk sistemi kurulup yargısız infaz yapılıyorsa bu durum temel insan hakkına saygısızlıktır. Hukuksuzluğu çözüm olarak düşünmek gericiliktir. Gericilikle mücadele dinle mücadele değil, gericilikle mücadele eğitimsizlikle mücadeledir. KAYNAK: YeniŞafak

Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:27 Temmuz 2015Yayınlanma Tarihi:13 Mayıs 2010

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.