Salgın hastalıklar uzmanından önemli açıklamalar

Koronavirüs: Salgın hastalıklar tarihi uzmanı Prof. Snowden'a göre 'daha insani ve dirençli' bir toplum yaratabiliriz.

Aralık ayıda Çin'in Vuhan kentinde ortaya çıkıp tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs ve neden olduğu Covid-19 hastalığı; ülkeler, hükümetler ve toplumlar için de bir sınav niteliğinde. İzlenen yöntemler ve benimsenen önlemler, yönetim anlayışlarının ve halkın yaklaşımlarının nasıl değiştiğini gösteriyor.

BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan salgın hastalıklar ve tıp tarihi uzmanı Yale Üniversitesi'nden Emeritüs Profesör Frank Snowden, koronavirüs salgının nasıl bu kadar yayıldığını anlattı.

"Epidemics and Society: From the Black Death to the Present" (Salgınlar ve Toplum: Kara Vebadan Günümüze) adlı kitabın da yazarı olan Profesör Frank Snowden'a göre bu tip salgınlar "rastgele" ortaya çıkmıyor. Snowden'a göre insanların doğal yaşama müdahalesi, kentleşme ve küreselleşme ile devletlerin hazırlıksız olması bu sağlık krizinin küresel bir krize dönüşmesine neden oluyor.

Bu tip salgınlar toplumların, ülkelerin eylemlerinin sonuçları mı?

Epidemik hastalıklar tarihi, salgınların kesinlikle rastgele ortaya çıkmadıklarını gösteriyor. İnsanların, hem yarattıkları hem de doğal olan çevreleriyle kurdukları ilişki ve kendi aralarındaki ilişki, mikropların, virüslerin ve bakterilerin istifade ettiği yeni çevresel milletler yaratıyor. Bu nedenle farklı topluluklar farklı hastalıklara daha hassas hale geliyor.

Örneğin, 19. yüzyıl Asya'sındaki durum bir bakıma Sanayii Devrimi'nin getirdiği, kentleşme, plansız, uygun altyapısı sağlanmayan sağlık hizmetleri, temiz suya erişim, kanalizasyon, hijyen ve aniden aşırı kalabalıklaşma gibi değişikliklerle ilintiliydi.

Bu, bakterilerin fekal oral yollarla bulaşmasını ve faydalanacağı ekolojik yaşam alanına ulaşmasını sağladı. Bugün ise 8 milyar kişinin yaşadığı demografiyle, devasa kentleşme ve mega şehirlerin oluşumuyla, bu bölgelerin kitlesel ulaşım hatlarıyla birbirlerine bağlanmasıyla farklı türden bir toplum yarattık. Bu da bizim doğa ve hayvanlar alemiyle ilişkimizi değiştirdi.

Çünkü hayvanların yaşam alanlarını kasten, giderek artan bir hızla yok ettik. Bu da, insanların daha önce hiçbir iletişimleri olmayan hayvanlarla daha sık temas halinde olmaları anlamına geliyor.

Bu durum ne zamandır böyle?

Ebola salgınından bu yana bu durum giderek artmaya başladı. Çünkü Ebola, ormanlardaki ağaç gövdelerinde yaşayan hayvanlardan çıktı. Ormanların yok edilmesi onların da daha önce yaşadıkları yerlerin yok olması demek. Ebola'nın başında gördüğümüzü şimdi de Vuhan'da gördük. Virüs bir pazardan bulaştı ve oradan çok kalabalık bir kent toplumuna geçti.

Kitlesel toplu ulaşım da bir faktör. Vuhan'da sabah yaşanan bir olay, akşam kolaylıkla Mexico City'de veya New York'ta veya Buenos Aires'te de görülebilir. Bu da yeni bir yaşam alanı yaratıyor ve akciğer virüslerinin havadan kolaylıkla bulaşmasına karşı direncimiz azalıyor. 1997'den bu yana H1N1 veya SARS veya şimdi de koronavirüste de bu görüldü.

2008'de yeni ortaya çıkan 335 hastalık tespit edilmişti. Bu hastalıklar arasında en önemlileri ve en sık görülenleri de akciğer virüsleri. Dolayısıyla bunlar bir anda kendiliğinden olmuyor. Toplumumuz, bizleri bu tip hastalıklara daha hassas hale getiren şartları yarattı.

Ama kentleşme, küreselleşme modern dünyada kaçınılmaz görülüyor, her şey birbiriyle ilintili ama yine de salgının bu seviyeye gelmesi engellenemez miydi? Bu ilginç ve hayati bir soru. Belki de en önemlisi. Bu koronavirüs sonunda azalacak ve biz öngörülebilir gelecekte başka zorluklarla karşı karşıya kalacağız ve bunlar da en az bunun kadar ölümcül olabilecek.

Bunu korkunç bir şey olarak görebiliriz, ama yine de, bu sadece muhtemelen daha kötüsü yaşanmadan önce bir prova niteliğinde. Koronavirüsün sonunda nihayet daha hazırlıklı olacağız. Ama bu mümkün mü? Birkaç şey hatırlamamız gerekiyor. Birincisi Nobel ödüllü Joshua Lederberg'in sözleri. Lederberg, mikropların sonsuz sayıları, olağanüstü hızları ve mutasyona uğramaları nedeniyle insanlarla girdikleri yarışlarda çok daha fazla avantajları olduğunu söylemişti. İnsanoğlunun ise tek bir silahı var: Zekaları.

Buna bir ekleme yapacak olsam, zekalarının yanı sıra kapasitelerinin de işbirliği içinde olması gerektiğini söylerdim. Dolayısıyla, bizim tek silahımız bilimsel tıp ve bilimsel kamu sağlığında vücut bulan zekamız. Bu tür salgınlarla mücadele için ürettiğimiz araçlar arasında da aşılar ve virüs karşıtı ilaçlar var. Bunu yapmak isteyip istemediğimize karar vermeliyiz, zira en az milyonlarca insan, yani soyumuz buna bağlı.

Ülkeler hazırlıksız yakalanmış görünüyor. Böyle bir duruma nasıl hazırlıklı olunabilirdi?

ABD Başkanı Donald Trump'ın "Kim bilebilirdi?" açıklaması çok üzücü çünkü bu durumu bilmemek için hiçbir neden yok. 1997'den bu yana virologlar ve kamu sağlığı yetkilileri tam da bu olayları öngörüyordu.

Her deneyimden sonra, örneğin SARS salgınından sonra acil durum planlarının taslakları yapılmıştı ve ABD Senatosu'nda görüşülmüştü. Bu planlar, federal hükümetler, eyalet yönetimleri ve CDC (ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) tarafından hazırlanmıştı.

Ama salgın uzaklaştığı an yerini kolektif hafıza kaybı alıyor. Fonlar kesiliyor ve farkındalık unutulmaya bırakılıyor. Dolayısıyla evet, bu tip durumlara karşı planlar açıkça hazırlanmıştı ve hassasiyetlerimizin en aza indirilmesi, ulusal, uluslararası ve Dünya Sağlık Örgütü'yle (WHO) küresel planların yürürlüğe girmesi görüşülmüştü.

WHO Genel Sekreteri Doktor Tedros Adhanom Ghebreyesus'a gerekli hazırlıkların ne olduğu soruları yöneltilebilir. Bunlardan biri ve yapmadığımız dünyada her bir bireye sağlık hizmeti ulaştırmak. Sağlık hizmetleri olmadan, kamu sağlığı yetkilileri olmadan hangi hastalıkların toplumda serbestçe dolaştığını ve hangi topluluklara bulaştığını dolayısıyla kamu sağlığı için hangi önlemlerin alınması gerektiğini bilemeyiz.

Ayrıca aşı geliştirmek için araçlara da yatırım yapılabilir. Ama araştırma ve geliştirme çalışmaları işin önemini anlamaktan yoksun bir kayıtsızlıkla ertelendi. Aynı şey antiviral ilaçlar için de geçerli. Araçlar hazır değildi.

Ne gibi değişiklikler olabilir?

Sağlık sistemimizin de yeterli araştırma (eğitimli personel, solunum cihazı, koruyucu ekipman..) kapasitesi yok. Bankalardan bu tip acil kriz ihtimaline karşı rezervlerinde sermaye bulundurmaları talep edilebilirdi. Bunların hiçbiri yapılmadı.

Dolayısıyla, Lederberg'in önerisinden faydalanamadık. Zekamızı ve kapasitemizi işbirliği içinde kullanabilseydik bu tip olaylara karşı hazırlıklı olurduk. Bu yaşanan acil durum sonunda bundan vazgeçeceğimizi umuyorum. Albert Einstein'ın dediği gibi "Aptallık, aynı hataları tekrarlayıp farklı sonuçlar ummaktır."

Eğer bu şekilde hazırlıksız devam edersek aynı sonuçları yeniden yaşarız. Eski bir sistem denedik. Ama kayıtsızlık, bellek kaybı ve en zayıf olanlara karşı insani yaklaşımın yoksunluğunda bu sistem işe yaramadı. Şimdi başka bir şey denememiz lazım yoksa gelecekte bundan çok daha kötü olacak bir acil durumla karşı karşıya kalabiliriz.

Her bir bireye sağlık hizmeti sunulması gerektiğini söylüyorsunuz ama birçoklarının işleyen bir sağlık sistemine erişimi yok. Farklı ülkeler, farklı sağlık sistemler ve fırsatlar var. Temiz suya bile erişimi olmayan toplumlar var. Bunlar dünyanın eşitsizliği, zayıflıkları açısından ne mesaj veriyor?

Çok şey anlatıyor. Pandemilerin özelliklerinden biri, bize dönüp kendimize bakmamızı sağlamasıdır. Ayna gibidir. Aynada gördüğümüz özelliklerden biri güzel değil, giderek tırmanan, artan uluslararası eşitsizlik.

Ortaya çıkan bu oldu. Bu salgında yalnızca herhangi bir ülkedeki savunmasız insanlar acı çekmeyecek, WHO'nun da dile getirdiği gibi, en kırılgan ülkelerdeki en zayıf insanlar acı çekecek. Ebola, 2013 ile 2016 yılları arsında Batı Afrika'da kaynak yönünden en yoksul üç ülkede görüldü. Bu ülkelerin sağlık hizmetleri için altyapısı yoktu.

Ekonomistler benden daha iyi bilirler ama, bu üç ülkede etkin sağlık sistemleri oluşturulmuş olsaydı, bunun maliyeti Ebola'yla mücadeleye harcanan fon kadar olacaktı.

Bir diğer deyişle, küresel toplum için seçtiğimiz yöntem yalnızca insanlık dışı olmakla kalmıyor aynı zamanda mali açıdan da makul değil. Acil durum bütçesinin yanı sıra pandeminin de de artan bütçesini göreceğiz.

Bazıları bunu daha insani, daha sağlıklı bir dünya yaratmak için fırsata çevirmeye çalışıyor. Dünya Sağlık Örgütü Genel Sekreteri Doktor Tedros da bunu yapıyor. Meseleyi tarafgirliğe indirmek istemiyorum ama ABD'de seçim döneminde bazıları ülkede herkese sağlık hizmetine eriğim sağlayacak bir yapının oluşması çağrısı yapıyor. Epidemi de bunun için bir örnek olarak sunuluyor. Hepimiz aynı gemideyiz, eğer bunu başaramazsak sıkıntısını herkes yaşayacak.

Ama aynada insanlığı karanlık yüzü de ortaya çıkabilir mi?

Evet, olumsuz bir ihtimal de var. Bazıları "İçimizdeki şeytanları uyandırmalıyız. Bilimsel olarak doğru olmayanlar doğrultusunda, paranoyalar hakkında konuşmalıyız" yaklaşımında. Bu daha çok şimdi Avrupa'da aşırı sağın yaptığı şey. Onlar şunları söylüyor:

"Bu göçün yarattığı bir sorun, o yüzden sınırlarımızı kapatmalıyız. Göçmenlere karşı çıkıp onları suçlamalıyız."

"Bu bir Çin hastalığı, onların suçu. Çinlilere, ülkemizdeki Amerikalı Çinlilere tepki göstermeliyiz..."

Asya kökenli Amerikalılara karşı şiddet olaylarının arttığını görüyoruz. Meselenin Asya kökenli Amerikalıların genleriyle alakalı olduğunu söylemenin bilimle hiçbir ilgisi yok. Aşırı sağcıların, Amerika'da muhafazakarların bu yaklaşımlarına, uluslararası bilime sırtlarını dönmelerine hayret ediyorum.

Covid-19'u sanki öyle bir şey varmış gibi "yabancı virüs", "Çin virüsü" veya "Vuhan virüsü" olarak adlandırmakta ısrarcı olmak bilimin inkarı, doğrulara sırtımızı dönmek demektir.

 


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:29 Mart 2020

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.