İslam dünyasında bilimsel uyanış

İngiliz The Economist dergisinin 26 Ocak 2013 tarihli sayısında yayımlanan “İslam ve Bilim: Yenilenme Yolu” başlıklı makale, İslam dünyasında yüzyıllarca süren bilimsel durgunluğun sona ermek üzere olduğunu, Müslüman ülkelerin bilim ve teknolojiye yeniden yatırım yapmaya başladıklarını belirtiyor.

İngiliz The Economist dergisinin 26 Ocak 2013 tarihli sayısında yayımlanan “İslam ve Bilim: Yenilenme Yolu” başlıklı makale, İslam dünyasında yüzyıllarca süren bilimsel durgunluğun sona ermek üzere olduğunu, Müslüman ülkelerin bilim ve teknolojiye yeniden yatırım yapmaya başladıklarını belirtiyor.

islam_ozgurlukBunun en önemli nedenlerinden biri, Müslüman ülke yöneticilerinin bilimsel araştırmaların ekonomik değerinin farkına varmaları ve buna bağlı olarak ARGE’ye para akıtmaları. 13. yüzyıla kadar çok sayıda önemli bilim insanı yetiştiren İslam dünyası, bu tarihten sonra bilimi büyük ölçüde ihmal etmiş, bilimle ilgisini yalnızca teknoloji transferi ile sınırlı tutmuş. Rakamlarla konuşmak gerekirse, 2005 yılında tek başına Harvard Üniversitesi, Arapça konuşan 17 Arap ülkesinin toplamından daha fazla bilimsel makale üretmiş. Toplam nüfusu 1.6 milyarı bulan Müslüman ülkeler, bugüne dek yalnızca iki Nobel ödüllü bilim insanı çıkartabilmiş. Bunlar da zaten sonradan Batı’ya göç etmiş. 1999 yılı Nobel Kimya ödülü sahibi, California Institute of Technology’den kimyacı Ahmed Hasan Zewail, bugün hayatta olan tek Nobel ödüllü Müslüman bilim insanı. Oysa Yahudi toplumunda Nobel ödüllü bilim insanı sayısı 79. Karşılaştırmayı daha da vurucu kılan, dünyada her yüz Müslüman’a karşı tek bir Musevi düşmesi. İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı (İKÖ) 57 ülkenin ARGE yoğunluğu (ARGE harcaması/GSMH) % 0.81. Bu da dünya ortalamasının üçte birine eşit. Dünyanın en büyük bilim bütçesine sahip olan ABD’nin ARGE yoğunluğu % 2.9, İsrail’inki ise % 4.4. Bugün TÜBİTAK verilerine göre Türkiye’nin ARGE yoğunluğu % 0.86.*

BİLİMDE GERİ KALMIŞLIĞIN NEDENLERİ

Kabul gören açıklamalardan biri Ortadoğu’da yaşayan halkların inanç ile aklı birbirinden kesin çizgilerle ayırmamış olması. Ancak Zewail’e göre bu sorunu aşırı basite indirgemek oluyor. Ortadoğu ülkelerinin pek çoğunun yakın tarihe kadar sömürge konumunda olması, dışa bağımlı yöneticilerin eğitimi dışlamasına yol açmış. Sonuç: Çoğu kadın, %50’si okuma yazma bilmeyen cahil halklar, bilimin önemini kavrayamamış. Ayrıca Soğuk Savaş sonrasında yönetimi ele geçiren politikacıların dini inançları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları da bilimi baltalayan önemli bir başka neden.

BİLİMSEL GELİŞME İÇİN REÇETE

Müslümanların Batı ile aralarındaki farkı kapatması için yeni bir eğitim cihadının başlatılmasının gerekliliğine inanan Zewail, önce işsizlik sorununun çözülmesi gerektiğini söylüyor: “Ortadoğulu üniversite mezunu gençler, bugün büyük bir işsizlik krizi ile karşı karşıya. Bunun fanatizm ve şiddete davetiye çıkartmasından korkuyorum.” Zewail, bilimsel gelişme için yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: 1. Okuryazarlığı arttırmak; kadınların sosyal yaşamda daha etkin rol almalarını sağlamak ve eğitimdeki aksaklıkları gidermek 2. Özgür düşüncenin önündeki engelleri kaldırmak, bürokrasiyi basitleştirmek, liyakate dayalı ücret sistemini kurmak ve bağımsız bir hukuk sisteminin yerleşmesi için anayasa reformunu yaşama geçirmek 3. Halkların özgüvenlerini yeniden kazanmaları için Müslüman ülkelerin tümünde bilim ve teknoloji için mükemmeliyet merkezlerinin açılmasına ön ayak olmak Zewail’e göre gelişmiş ülkeler de bu arada boş durmamalı. Çalışmalarında Ortadoğu ülkelerindeki bilim insanları ile işbirliği yapmalı ve bu merkezlerin gelişmesi için destek sağlamalı.

AKIL VE İNANÇ ARASINDAKİ ÇATIŞMA

Pek çokları Müslüman ülkelerin geri kalmışlığını İslam’ın sözde bilime karşı olmasına bağlıyor. Bazı üniversiteler dini konulara pozitif bilimlerden daha fazla yer veriyor. Örneğin İslamabad’daki Kaid-i Azam Üniversitesi yerleşkesinde üç tane cami var, dördüncüsü de yolda, ama tek bir kitapçı yok. Bu üniversitelerde eleştirel düşünce yerine ezbere dayalı eğitim, yüksek eğitimin en belirgin özelliği. Suudi yönetimi, din odaklı okullar için “Kuran’ın Tartışılmaz Mucizeleri: Bilimin Reddedemeyeceği Olaylar” gibi kitapları destekliyor. Bütün bu kitaplar inanç ile akıl arasında doğası gereği bir çatışma olduğunu ileri sürüyor. Pek çok üniversite, siyasete hafifçe dokunduran veya dine tarafsızca yaklaşan konuları programlarına almakta çekingen davranıyor. Pakistan’ın tanınmış nükleer bilimcisi Pervez Hudbhoy, Lahor Üniversitesi’nin İşletme Fakültesi’ne İslam ile bilimin ilişkisi konusunda bir ders veriyordu. Öğrencilerin derse ilgisi oldukça fazla olmasına karşın Hudbhoy’un sona eren kontratı üniversite yönetimi tarafından -geçerli bir nedene dayanmaksızın-yenilenmedi (Bu arada üniversite yönetimi bu kararlarında Hudbhoy’un verdiği dersin etkisi olmadığını ileri sürdüler).

İSLAM DÜNYASINDA BİLİMSEL GELİŞME DÖNEMİ

Ancak daha yakından bakınca iki şeyin açık olduğu görülüyor. Biri, Müslüman ülkelerde bilimsel bir uyanışın başlıyor olması; ikincisi de bilimsel durgunluk veya geri kalmışlığın dini liderlerden değil, siyasi liderlerden kaynaklanıyor olması. Siyasi liderler özellikle özgür düşünce üzerindeki kontrollerini yitirmemeye çalışıyor. İslam’ın bilimsel çalışmaları engellediği görüşünün yanlışlığını görmek için 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki Müslüman bilim insanlarının çalışmalarına bakmak yeterli. Avrupa Ortaçağ karanlığında el yordamıyla yol alırken, İslam dünyası bilimsel gelişmelere koşut olarak en parlak dönemini yaşıyordu. Abbasi Halifeleri eğitim ve öğretime para akıtıyorlardı. 11.yüzyılda İbn-i Sina, tıbbi bilgileriyle Batı’ya örnek olurken, 9.yüzyılda Harezmi cebirin temel ilkelerini geliştiriyordu. İbn-i Heysem ışık ve optik konusunda çok önemli keşiflerde bulunuyordu. İranlı Biruni, dünyanın çevresini %1’lik bir yanılgı payıyla hesaplamayı başardı. Bütün bunların yanı sıra Müslüman bilim insanları eski Yunan’ın bilimsel mirasının kaybolmaması için büyük çaba harcadılar; kaldı ki bu çabalar ileriki yıllarda Avrupa’da bilimsel devrimin yolunu açtı. Bilim ve İslam birbiriyle çatışma halinde olmadığı gibi, din, bilimsel inovasyonu da tetikleyen bir rol üstlenmişti. Ramazan ayının başlangıç tarihinin hesaplanması, astronomların çalışmalarına büyük kolaylık sağladı. Hz.Muhammed’in Hadislerinden biri olan “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız” sözleri, Müslümanları bilimden alıkoymak bir yana, teşvik etmeye yöneliktir.

BİLİMİN EKONOMİK DEĞERİ

Son yıllarda İslam dünyasının bilime yönelmesinin en önemli nedeni, Müslüman ülke yöneticilerinin bilimsel araştırmaların ekonomik değerinin farkına varmaları ve buna bağlı olarak ARGE’ye para akıtmalarıdır. 2009 yılında Suudi Arabistan’da açılan Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’ne yapılan bağış 20 milyar dolar dolayındaydı. Bu rakam en zengin Amerikan üniversitesini bile kıskandıracak kadar yüksektir. Bu üniversitede çok sayıda yabancı bilim adamı çalışıyor. Araştırma lideri olarak görev yapan Nobel Kimya Ödüllü Jean Frechet, Oxford ve Cambridge ile işbirliği yapmakla övünüyor. Komşu Katar’ın yöneticileri da araştırma harcamalarını GSMH’nın % 0.8’inden %2.8’e çıkartmayı planlıyor. Bu da yılda 5 milyar dolar anlamına geliyor. Türkiye ise ARGE harcamalarını 2005 ile 2010 arasında her yıl % 10 oranında artırdı. 2010 yılında nakit harcamaları Norveç’in iki katına ulaştı.

BİLİMSEL YATIRIMLARDAKİ ARTIŞIN SONUÇLARI

Bilimsel yatırımlardaki artış, meyvelerini de vermeye başladı. 2000-2009 yılları arasında Türkiye’de bilimsel makale sayısı 5 binden 22 bine fırladı. Bilime daha az yatırım yapan İran’da ise bu sayı 1.300’den 15 bine çıktı. Sayısal artış niteliğin de artmış olduğu anlamına gelmese de uzmanlar makalelerin giderek daha nitelikli bir hale geldiğini görüşünde. Bilimsel dergiler –yalnızca Müslüman ülkelerde yayımlanan birkaçı ile sınırlı değil- bu makalelere daha sık atıfta bulunuyor. Thomson Reuters tarafından 2011 yılında yapılan bir araştırma, 1990’ların başında bilimsel dergilerin, Mısır, İran, Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye (bilimin en fazla geliştiği Müslüman ülkeler) kaynaklı makalelere yaptıkları atıf sıklığının, dünya ortalamasından dört kat az olduğunu gösteriyordu. 2009 yılına gelindiğinde bu sıklık yarı yarıya idi. En iyi matematik makaleleri sıralamasında İran ortalamanın üzerinde yer alıyor. Türkiye ise mühendislikte üst sıralarda.

PRATİK YARARLARINA GÖRE DEĞERLENDİRME

Ne var ki bu ülkelerde bilim ve teknoloji ile ilgili konulara, pratik yararlarına göre değer biçiliyor. Mühendislik bu bağlamda egemen konumda; bunu tarım bilimleri izliyor. Tıp ve kimya da oldukça popüler. Finansman da önemli. Almanya’da astrofizik konusunda doktorasını tamamladıktan sonra Pakistan’a dönen Fazıl Mahmut Han, Lahore’daki bir üniversitede çalışmalarını sürdürürken, bölüm başkanı tarafından şöyle uyarıldığını açıklıyor: “Kara delikler gibi çılgın fikirler peşinde koşmaktan vazgeç de yararlı bir şeyler yap.” Bilim, ayrıca bölgedeki düşmanlıkları da giderici bir işlev görüyor. 2000 yılında SESAME adı verilen Ortadoğu’nun ilk parçacık çarpıştırıcısı Lübnan’da kuruldu. CERN modeli örnek alınarak geliştirilen SESAME, birbiriyle savaşan ulusların bilim insanlarını bir araya getirdi. SESAME’de İsrailli bilim insanları İranlı ve Filistinli bilim insanları ile huzur ortamını bozacak en ufak bir çatışmaya girmeden birlikte çalışıyor.

DİNİ DOKTRİNLERE TERS

SESAME Laboratuvarı’nda çalışmalar, İslam doktrinine ters düşen hassas noktalara değinmediği için barış içinde yürütülüyor. Oysa biyoloji -özellikle evrim konusu- çok hassas bir konumda. Pek çok Müslüman, maymunlar ile ortak atayı paylaştıkları fikrine sıcak bakmıyor. Müslümanların bilime bakış açılarını inceleyen, Massachusetts’deki Hampshire College’dan Pakistanlı astronom Salman Hamid, Endonezya, Malezya ve Pakistan’da Darwin’in kuramlarına inanan kesimin % 20’den az olduğunu ortaya çıkartmış. Mısır’da bu oran % 8 civarında. Ocak ayında Londra’da İslam ve Evrim konulu bir toplantıda** bir araya gelen İslam bilginleri evrim ile Müslümanlık dini arasındaki uyumu tartıştı. Bu toplantıda söz alan kimya mühendisi ve teolog Yasir Kadhi (hem ABD’de hem de Suudi Arabistan’da okumuş) evrim kuramının insanın dışındaki yaşam şekillerine uygulanmasında en ufak bir itirazı olmadığını belirterek, “Müslümanların, biz evrime inanmıyoruz demesi bir hatadır. Müslümanların, dinozorlara, hominidler arasında türleşmeye ve hatta -insanoğlu hariç- dünyadaki tüm hayvanların ortak bir ataya sahip olduğuna inanması mümkün. Ama Tanrı Adem’i şeylerin yüce tasarımına uygun olacak şekilde yarattı. Adem ve Havva’nın ebeveyni yoktu. Onlar evrimleşmedi. Kuran’a göre bunun dışında başka bir alternatif savunulamaz.” Toplantıda ortaya çıkan bir başka yaklaşım da -özellikle diyasporadakilerin- evrim ile ateizmi aynı kefeye koymaları. Başka bir deyişle Müslümanlık tanımı evrimi reddetmeyi de içeriyor (Bazı Hıristiyanlar da bu görüşte).

KÜLTÜR VE SİYASETİN ROLÜ

Salman Hamid, kültür ve siyasetin daha büyük bir rol oynadığına inanıyor. Pek çok ülkede okul eğitiminin zayıf ve yetersiz olması, çocukların çarpıtılmış bilimsel olguları itiraz etmeden, kendilerine sunulduğu gibi kabul etmelerini kolaylaştırıyor. Ayrıca İslami yaradılışçılık hareketi de iş başında. Harun Yahya da bu hareketin öncülerinden. Kendi internet sayfalarında Darwin’i karalayıcı yayınlarını sürdürüyor. Ancak Amerikalı yaradılışçılardan farklı olarak, takipçileri evrenin yaşının milyarlarca olduğunu kabul ediyor (yani 6.000 yaşında olduğuna inanmıyor). Bütün bu olumsuz yaklaşınlara karşın inanç ve akıl arasındaki engelin yıkılması da imkansız değilmiş gibi duruyor. Çok sayıda Müslüman biyolog, inançları ile bilimsel çalışmalarını uzlaştırmayı başarmış durumda. Sonradan Müslüman olan Amerikalı biyoloji antropoloğu Fatimah Jackson, bilimsel duruşunu genetiğin kurucularından Theodosius Dobzhansky’nin şu görüşüne dayandırıyor: “Evrimin ışığı altında değerlendirilmediği sürece biyolojide hiçbir şeyin anlamı yoktur.” Jackson özetle şöyle diyor: “Bilim, şeylerin nasıl değiştiğini tanımlar, İslam ise daha geniş bir kapsamda, nedenini açıklar.” Diğerler Müslüman bilim insanları de benzer bir savunma hattı oluşturmuş durumda. Ürdünlü moleküler biyolog Rana Dajani, “Kuran bilimsel bir ders kitabı değildir; insanlara hayatlarını nasıl yaşamaları gerektiğini gösteren bir kılavuzdur. Kuran’ın yorumu, her yeni bilimsel keşif ile birlikte evrim geçirir. Örneğin insanın yaradılışı ile ilgili ayetler, bugün evrime destek sağlıyormuş gibi okunabilir.”

EMBRİYONİK KÖK HÜCRE ÇALIŞMALARI MÜSLÜMANLAR İÇİN MÜBAH

Hıristiyanlar için günah sayılan bazı bilimsel konular Müslümanlar için sorun yaratmıyor. ABD’de embriyonik kök hücreler (adı üzerinde insan embriyosundan alınır; bu embriyolar genellikle kısırlık tedavisinden artanlardır) üzerinde yürütülen araştırmalar, kamu destek fonları ile Hıristiyan muhafazakârları karşı karşıya getirir. Oysa İslam’a göre ruh fetüsün içine gebelik başlangıcından 40-120 gün sonra girer. Dolayısıyla İran’daki Royan Enstitüsü’nde kök hücre araştırmaları sansüre uğramadan rahatlıkla sürdürürlebiliyor.

İSLAM DÜNYASINDA BİLİMSEL ÖZGÜRLÜK

Fakat bilimin ihtiyacı olan özgürlük İslam dünyasında hâlâ nadiren görülüyor. Siyasi İslam’ın yükselişi ile -özellikle radikal İslamcı grup Selefilerin güçlenmesi ile-, Mısır gibi önde gelen Müslüman ülkelerde bu özgürlüğün daha da kısıtlanacağından endişe duyuluyor. Oysa bazıları bilimsel özgürlüklerin genişletileceği konusunda daha umutlu. Mısır Devlet Başkanı Mursi’nin daha önce Kahire yakınlarındaki Zagazig Üniversitesi’nde öğretim üyesi olması ve doktorasını Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde malzeme bilimi dalında yapmış olması bu umudu besleyen faktörler. Eski rejimlerinin kısıtlayıcı kontrolünden kurtulan Arap ülkelerindeki bilim insanları, şimdi ilerleme şansını elde ettiklerini düşünüyor. Tunus’taki bilim insanları üniversitelerdeki yönetici kadrolarının eskiden olduğu gibi siyasi atama ile değil, seçim yoluyla doldurulmasını umut verici bir gelişme olarak değerlendiriyor (Darısı başımıza). Ortadoğu’da rejimleri yıkan halk hareketlerinin bölgede yalnızca demokrasiyi değil, bilimsel özgürlüğü de canlandıracağı umudu bilim insanlarının geleceğe daha olumlu bakmalarına yol açıyor. CUMHURİYET BİLİM TEKNOLOJİ EKİ

Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:15 Şubat 2013Yayınlanma Tarihi:19 Şubat 2013

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.