Doğum Sonrası Depresyon: Annelik Her Zaman Beklenildiği Gibi Olmayabilir

Sarah Hoover, erken annelik döneminde yaşadığı beklenmedik zorlukları kaleme aldı 7 Ocak 2025 tarihinde yayımlanan yazısında yazar ve sanat tarihçisi Sarah Hoover, ikinci çocuğunun doğumunun ardından yaşadığı doğum sonrası depresyon sürecini içtenlikle anlattı. Hoover, toplumun annelikle ilgili sunduğu idealize edilmiş beklentilerin, kendi yaşadığı deneyimle büyük ölçüde çeliştiğini ifade etti.

Hastaneden eve döndüğünde her şeyin dışarıdan aynı göründüğünü ancak iç dünyasının tamamen değiştiğini belirten Hoover, bebeğine karşı beklediği duygusal bağlanmayı hissedemediğini ve kendini “boş bir kabuk gibi” hissettiğini söyledi. Anne olmanın beraberinde getirdiği duyguların çoğu zaman tanımlanandan farklı olabileceğini vurgulayan yazar, çocuğuna bakarken sevgi yerine yabancılık hissi yaşadığını dile getirdi.

Hoover, emzirme düşüncesinin bile kendisini panikletmeye başladığını ve bedenini paylaşma zorunluluğunun baskı yarattığını açıkladı. Tüm bunların ardından toplumun “iyi anne” tanımına uymadığı yönünde derin bir yetersizlik duygusuna kapıldığını söyledi.

Doğumdan sonraki ilk haftalarda yoğun yalnızlık, kafa karışıklığı ve öfke yaşayan Hoover, eşinin hayatına kaldığı yerden devam edebilmesine duyduğu kıskançlıkla da yüzleştiğini anlattı. Bir arkadaşına yaptığı görüntülü aramada yaşadığı duygusal çöküşü itiraf eden yazar, çevresinden destek almaya çalışsa da kendini “kötü bir eş, berbat bir anne, vasat bir insan” olarak gördüğünü ifade etti.

Yedi ay sonra, bir sabah balkonun kenarında kendine zarar verme düşüncesine kapıldığında, bu düşüncenin olağan dışı olduğunu fark ettiğini belirten Hoover, bu farkındalığın tedavi sürecinde bir dönüm noktası olduğunu vurguladı. Daha önce reçete edilen ancak kullanmaktan kaçındığı ilaçları almaya başladığında, iyileşme sürecinin başladığını söyledi.

Tedavi ve terapiye devam ederek yavaş yavaş duygusal dengesini yeniden kazanan Hoover, “Eski halime geri dönmeyeceğimi biliyordum — hangi anne dönebilir ki? Ama belki de yeni halimin daha bütüncül bir versiyonu olabilirdim” diyerek, yaşadığı dönüşümü anlattı. Bugün, çocuklarına duyduğu sevginin beklediğinden çok daha derin olduğunu ifade eden yazar, anneliğin zorluklarla birlikte insan ruhunun direncine dair büyük bir ders olduğunu da ekledi.

Sarah Hoover, bu deneyimlerini detaylı olarak ele aldığı "The Motherload: Episodes from the Brink of Motherhood" adlı kitabında da, anneliğin her zaman idealize edildiği gibi bir süreç olmadığını, bu dönemin hem fiziksel hem de duygusal olarak kadınlar için ne denli yıpratıcı olabileceğini anlatıyor.

İşte Sarah Hoover'ın hikayesi....

Anneliğin Beklentilerinizin Tam Tersi Olduğu Zaman Doğum sonrası depresyonla başa çıkmak

Bebeğimle hastaneden eve döndüğümde, her şey aynı görünüyordu ama hiçbir şey aynı değildi. Sanki başka bir gerçeklikten kalma, zamanın donduğu bir film setinin içine girmiş gibiydim: Hâlâ buzdolabında duran hindistan cevizi suları hamileyken yaşadığım baş ağrılarına karşı masamdaki yapılacaklar listesi, dolabımda bir daha asla giymeyi hayal bile edemeyeceğim topuklu ayakkabılar.

Şehir merkezine giderken bütün yol boyunca gözlerim bebek koltuğundaki o küçücük bedende takılı kaldı; uyurken hipnotize olmuş gibi ona bakıyordum. Yüzünde sevilecek hiçbir şey göremedim, ama yine de bakmaya devam ettim  sanki birden bire içime bir anne sevgisi patlaması doğacakmış gibi. Bu bakışmanın bizi karşılıklı bir sevgi ve şefkat mikrokozmosuna sokmasını umuyordum ama kendimi içi boşalmış bir kabuk gibi hissediyordum.

Bana yabancı geliyordu, neredeyse bir oyuncak bebek gibiydi; sadece bakmak için orada olan, cansız bir nesne gibi. Ve her baktığımda içimde hiçbir şey hissetmiyordum sanki içim tamamen boştu. Tek düşündüğüm biri zorla “ten tene temas” dedikleri o meşhur sarılmaları başlatmaya kalkarsa ne yapacağım oluyordu.

Bu his, arkadaşlarımın bana anlattıklarının tam tersiydi. En yakın arkadaşım Augusta şöyle demişti: “Kalbin gerçekten patlıyor gibi oluyor ve vücudunda aşk hormonlarının aktığını hissediyorsun, bu çocuk senin hayat boyu en yakın arkadaşın oluyor, vücudunun yeni bir uzvu gibi — ondan ayrılamazsın.” Bunu üniversitede çalıştığım iç çamaşırı mağazasında, doğum sonrası sütyenleri denerken söylemişti. On dokuz saat süren doğum boyunca, onun tarif ettiği o duygu seliyle oğluma kavuşacağım anı umutla beklemiştim.

O küçük ağzına bakıp, eşimin o çok sevdiğim dudaklarına benzediğini görmeyi umuyordum. Sevgiyle dolup taşarak oğlum Guy’ı emzirecektim en iyi, besleyici, anneden gelen o kutsal sütle. Gözleri benimkine benzeyecek, bana bakarken içimde tarifsiz bir huzur doğacaktı, ben de “nihai besleyici” olduğumu anlayacaktım.

5-6 yaşlarındayken annemin kardeşimi emzirmesini izlemiştim; televizyonda Murphy Brown dizisi oynuyordu. Yetişkin olduğumda annem, anneliğin o döneminin en sevdiği anı olduğunu söylemişti. “Tek kesin yapabildiğim şeydi,” demişti. Ama şimdi, aynı şeyi düşünmek bile bende panik yaratıyordu. Bedenimi paylaşma beklentisiyle yüzleşmek bile istemiyordum. Tüm dünyanın sadece bu emzirme sistemine uymam halinde beni “iyi anne” olarak görecek olması fikrine karşı içten içe isyan ediyordum. Herkese yalvarmak istiyordum: Lütfen. Lütfen. Beni yalnız bırakın.

“Sanırım işe geri dönme zamanım geldi,” dedim Augusta’ya, Guy doğduktan üç hafta sonra, FaceTime’da.

“Tamammm,” dedi Augusta biraz şüpheyle. Connecticut’taki hafta sonu evindeydi; arkasındaki büyük pencereden sonbahar yapraklarının döküldüğü bir çayır görünüyordu. Tonu tanıdıktı ve can sıkıcıydı. Hâlâ ‘iyi bir anne’ olamıyor oluşumdan utanıyordum ama zihnim öylesine yorgundu ki onun tavrına tepki veremiyordum. Son birkaç haftadır alışveriş listesi yapmaya çalışırken ağlamaya başlıyordum. Başımı sallıyor, sanki içimdeki karmaşayı böyle düzeltebileceğimi umuyordum ama hiçbir şey değişmiyordu. Sanki küçük bir felç geçirmiş gibiydim. Günlük yazmaya çalıştığımda, cümleyi tamamlayamıyor, düşünce zincirim kopuyordu. Afazim başkaları tarafından fark edildi mi emin değildim ama Augusta’nın tereddütlü tepkisi herkesin farkında olup olmadığını düşündürdü. Tom’un işe dönmesine çok içerlemiştim — beni bu “Bebek Diyarı”nın anlamsızlığına terk etmişti. Ama bir yandan da kıskanıyordum. Ben de kaçıp gitmek istiyordum, eski hayatıma geri dönmek istiyordum. Ama eski hayatım artık yoktu.

Kimse bana bu yeni hayatın ne kadar yalnız olacağını, 21. yüzyılda bile hâlâ bu kadar eşitsizlik varken ne kadar öfke duyacağımı söylememişti. Neden onun hayatı normale döndü de benimki dönemedi? Penelope Mortimer’ın 1958 tarihli romanı Daddy’s Gone A-Hunting’deki Jane karakterini düşündüm: “Altı saatlik doğum sırasında ne olduysa kimse bilmiyordu. Bir şey koptu ya da bir şey yerine oturdu; ya da beyin, baskı altında, bir renkli boncuk kaleydoskopu gibi sarsıldı ve bambaşka bir düzende yerleşti.” Ben Jane miydim? Doktorun amniyon kesesini patlatmak için kullandığı o örgü şişi iç organlarımı çıkarıyor gibiydi — beynim de o sıvıyla birlikte mi akıp gitmişti?

“İyi misin?” dedi Augusta, düşüncelerimi telefona geri çekerken. Başını yana eğmişti, genelde kusursuz olan sarı saçları dağınık bir topuzdaydı.

“Auggie, bende ne var? Neden böyleyim?” dedim biraz zavallı bir ses tonuyla. Cevabından korkuyordum. “Dördüncü trimester” ve doğum sonrası depresyonla ilgili kitaplar sipariş etmiştim. Son haftalarda gizlice sayfaları karıştırıp duruyordum — ama hiçbirinde kendimi bulamamıştım. Bu yüzden, yaşadığım şeyin sadece annelik olduğunu varsaydım. Ve belli ki ben bu role uygun değildim.

“Kendimi Guy’ın odasına girip onu kucağıma almaya zorluyorum, her saat başı. Akşam beslemesini yapıyorum. Çabalıyorum ama sadece...” Kelimeler boğazımda düğümlendi. Ellerimle küçük daireler çizdim, sanki ona kelimeleri havadan çekip veremeyeceğimi göstermek ister gibi. Okuduklarımda geçen doğum sonrası depresyon, benim yaşadığım tuhaf öfke, huzursuzluk ve kafa karışıklığına benzemiyordu. Ve bunu ona nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Belki sadece hayal kırıklığı ve stresten kaynaklı kâbuslar görüyordum. Bu anlatılmaya değer miydi ki?

“Biliyor musun,” dedi Augusta yavaşça, “bu genelde babalar için geçerlidir ama büyükannem şöyle derdi: ‘Bir çocuk ilk kez hastalandığında, onun senin için ne anlama geldiğini o zaman anlarsın.’ Tanrı korusun, Guy yakın zamanda hasta olmasın ama olduğunda ne hissedeceğini göreceksin. O zaman anlayacaksın.” Çok nazikti, çok anlayışlı. Çoğu insan bana elektroşok tedavisi gerektiğini düşünürdü. “Her ilişki gibi bu da öyle, canım. İlk görüşte aşk nadir bir şeydir.”

Haklı olabilir miydi? Aslında şikâyet etmeye bile hakkım yoktu — ama yine de etmek istiyordum ve bundan utanıyordum. Bebeğime baktığımda içimde hiçbir şey yoktu; kocama baktığımda ise içimde her şey fazlaydı: öfke, taşma, yanma... Nazik davransa bile. Bana destek olmaya çalışsa bile. Kendime baktığımda ise tanımadığım birini görüyordum. Tüm bu acının kendi hatam olduğunu düşünüyordum. Kötü bir anneydim, berbat bir eş, rezil bir arkadaştım. Her şeyi bitirmek istiyordum. Bulutların üzerine yürüyüp kaybolmak, kimse fark etmeden yok olmak istiyordum.

Yedi ay sonra, mutfak masamda oturuyordum. Çay içiyordum. Yan daireye ait Juliet balkonundan atlamayı düşündüm. Acı verir miydi? Gözlerim, geç yaz güneşinin 19. yüzyıl apartmanlarının duvarlarında bıraktığı parıltıya takıldı. Ve o anda fark ettim — bu düşünce normal değildi. Sadece terapi yeterli değildi. Daha fazlasını hak ediyordum.

Daha önce bana ilaç yazılmıştı ama o âna kadar kullanmayı reddetmiştim. Sonunda ilacı aldığımda, bunun hayatımı bu kadar değiştireceğini hiç düşünmemiştim.

Bazen bizi eşlerimiz, ailemiz ya da maneviyat kurtarır sanırız. Ama ben kendimi kendim kurtarmalıydım. Bu da sadece ilacı almakla kalmayıp, iyileşmeye gerçekten çalışmak demekti. Terapiye devam etmeliydim. Zihnimin bana oyun oynadığını fark edebilmeliydim. İyi bir ebeveyn ve sabırlı biri olmak için çaba göstermeliydim.

İlacı kullanmaya başladıktan sadece birkaç gün sonra, değişim başladı. Üzerimdeki kara bulutlar yavaşça dağılmaya başladı. Artık bununla baş edebileceğimi hissetmeye başladım. Öfkem, karmaşam, sabırsızlığım ve yasımı yönetebilir hale geldim. Evet, izler vardı ama o izler iyileşiyordu.

Erken annelik, hayal ettiğim gibi değildi. Daha fazlasını bilsem daha kolay olur muydu? İnsanlar yaşayabileceğim acılar hakkında dürüst olsaydı? Bunu söylemek zor. Ama kesin olarak bildiğim şey şu: Annelik her zaman kolay uyum sağlayabileceğiniz bir şey olmasa da, insan ruhunun yılmaz doğası hakkında büyük bir ders veriyor. Hamileyken bir arkadaşım, “Bu kadar bozuk bir dünyaya nasıl çocuk getiriyorsun?” diye sormuştu. “Kırılmış olanı onarmanın en güçlü yolu daha fazla çocuk getirmek,” demiştim. Bugün çocuklarımı, hayal edebileceğimden çok daha derin ve bütüncül bir sevgiyle seviyorum. Ve anneleri olarak yerime dair derin bir iç huzura sahibim.


Psychology Today
Yazan: Sarah Hoover

 


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:26 Mayıs 2025

© 2025e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.