

Genelleme yapmak gerekirse, türü ne olursa olsun insanlar arası sevginin temelinde çekim yok mudur aslında? Bir insanın tarzından, huyundan, suyundan hoşlanırsınız ve onun yakınında olmak istersiniz. Burada cinsiyet kimlikleri değildir her zaman için temel kriter. En sıradan ilişkilerimizde de bazı insanlara, diğerlerinden daha çok sempati duyabiliriz ve onlarla zamanı ve mekanı daha çok paylaşmak isteyebiliriz. Belki bir sıcaklık, belki bir ortak bakış, belki bir ortak tarz yakalamışızdır. Aynı frekansı tutturmak deriz çoğu zaman da bu tür yakınlaşmalara. Frekans aynılığı devam ettikçe de mekânsal ve zamansal paylaşımlar devam eder. Çünkü bu paylaşımlar taraflara huzur verir. Ama bu aynı frekansta kalma durumu süreklilik gösterecek diye de bir şey söz konusu değildir. Sonuçta insanlar duygu dünyalarıyla, yaşam biçimleriyle, psikolojik ve toplumsal rol ve konumlanışlarıyla aynı zamanda da değişkenlik potansiyeline sahiptirler. Bir süre tutan frekans, bir bakarsınız ki tutmaz olur. O zaman da diretmenin anlamı yok. Taraflar zamansal ve mekânsal paylaşımdan keyif almamaya başlamışsa, birbirlerine huzur yerine huzursuzluk verir hale gelmişlerse paragraf başı yapmak gibi son tümceyi yazmak ve nokta koymak da aynı ölçüde kolay olmalı, normal karşılanmalı. Karşı cinsler, yani kadın ve erkek arasındaki ilişki ve birliktelikler için de aynı şey geçerli olmalıdır. Kadın ve erkek birbirlerine ilgi duyarlar, severler, aşık olurlar ve hayatı birlikte yaşamaya karar verirler. Paylaşımlar bütünleştirici, tamamlayıcı olur her iki taraf için de. Hayat bütünlük içinde güzeldir, huzur vericidir kuşkusuz. Birlikte geliştikleri, birbirlerini ruhsal, duygusal ve zihinsel anlamda besledikleri, geliştirdikleri sürece huzur ve muhabbet de doruktadır. Ancak her birliktelik için de bu olumlu gidiş söz konusu olmayabilir. Bazen de gün gelir taraflar arasında önce saygı, ardından sevgi bitiverir. İşte o zaman paylaşımlar paylaşamamaya dönüşür. Huzurun yerini katlanma ve huzursuzluk alır. Belki alışkanlıklar, belki tamamlanmamışlıklar kopuşları engeller, ancak birlikte bir yaşam da söz konusu değildir artık. Bu durumda en doğrusu çekip gitmektir birbirlerinin hayatlarından. Birlikte yaşanmışlıkların huzur zamanlarına da gölge düşürmeksizin bitirmektir tam da bitmesi gereken yerde. Ama hiç böyle olmuyor. İnsanlar, özellikle de kadınlar ve erkekler, hele bir de evlilik imzası atılmışsa bir yerlere vazgeçişlerle yüzleşmeye cesaret etmekte öylesine zorlanıyorlar ki. Bunun çeşitli psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel nedenleri var elbette. En temel neden birey olamamak. Birey, bir bütünün adıdır. Birey olma sürecini tamamlamış olan insan, aklıyla, duygu dünyasıyla, ruhsal yapısıyla, kültürel ve toplumsal kod donanımlarıyla bir bütün halinde biçimlenmiş, insan olarak varlığını gerçekleştirebilmiş kişidir. Birey olmuş insan, aynı frekansı tutturabildiği başka bir bireyle bir araya gelerek çoğalır, insanal anlamda zenginleşir, güçlenir ve gelişme sürecine daha güçlü bir ittifak alanında devam eder. Bu sürecin sekteye uğradığı durumda da kolayca vazgeçebilir. İki birey, birbirleri için hayatı daha anlamlı hale getireceklerse zaten bir araya gelmelidirler. İki birey, bir araya gelerek sağlıklı bir bütünlük oluşturabileceklerse bir arada yaşamayı seçmelidirler. İnsan olarak varlıklarını daha da güçlü kılacaklarsa zaten bir arada olmalılar. Ama iki birey arasında tamamlayıcı, bütünleştirici öğeler yoksa, birliktelik de gereksizdir. Sonu ayrılıkla biten çoğu birlikteliğin arkasındaki neden tam da budur aslında. Uygun olmayan iki bütünün uyumlu bir birliktelik oluşturması mümkün değildir. Birlikteliklerde dışsal dinamiklerden (ekonomik, toplumsal vb.) önce içsel (psikolojik, duygusal, zihinsel) dinamiklerin uyumlanması gereklidir. Aksi takdirde sırf dışsal dinamiklerin çekiciliğiyle bir araya gelen bireyler bir süre sonra içsel dinamiklerin uyumsuzluğuyla bir arada olmayı sürdüremez ve ayrılmak zorunda kalabilirler. Dolayısıyla da sağlıklı birliktelikler için daha işin başında sağlıklı ve sağlam ölçümler yapmak gerekir. Paylaş