SORGULAMADAN BENİMSEMEK

SORGULAMADAN BENİMSEMEKİnsanoğlu her nedense başkalarının davranışlarını hiç sorgulamadan benimseyip aynen uygulamaya eğilimli. Bu eğilim özellikle küçük yaşlarda kendini çok daha belli ediyor. Sorgusuz sualsiz başkalarına öykünerek, mantıklı herhangi bir nedene dayanmadan aptalca şeyler yapıyoruz.

Aşçılıkta Ayşe’nin üstüne yoktur. Özellikle, ailesinden öğrendiği gibi, etin her iki yanından bir parça keserek hazırladığı rostonun tadına doyum olmaz. Bir gün Ayşe rosto pişirirken arkadaşı çıkageldi. Eti özenle kesip biçerken onu hayretle izleyen arkadaşı,"Neden öyle yapıyorsun?" diye sorunca Ayşe,"Çünkü, annem hep öyle yapar," diye yanıtladı. Ancak, annesinin neden öyle yaptığı sorusu da o anda kafasına dank etti.

Birkaç gün sonra Ayşe annesini ziyarete gitti. Bir süre hoşbeş ettikten sonra,"Anne, rostoyu pişirirken neden önce etin kenarlarını sıyırıyorsun?" diye sordu.

Annesinin yanıtı,"Çünkü, annem de hep öyle yapar," oldu. Ayşe için bu konuyu açıklığa kavuşturmak artık kaçınılmaz olmuştu. Hemen kalkıp telefonu kaptı ve anneannesini aradı. "Anneanneciğim, rosto yaparken neden işe etin kenarlarını sıyırarak başladığını söyler misin?" dedi.

Yaşlı kadın bir an kafasını toparlamaya çalıştı ve ardından, "Başka bir çarem yoktu, çünkü tencerem çok küçüktü," dedi.

Öğrenmedeki gariplik

Ayşe’nın rosto öyküsü insanların öğrenme sürecindeki kimi gariplikleri açıkça gözler önüne seriyor. İnsanoğlu her nedense başkalarının davranışlarını hiç sorgulamadan benimseyip aynen uygulamaya eğilimli. Bu eğilim özellikle küçük yaşlarda kendini çok daha belli ediyor.

Sorgusuz sualsiz başkalarına öykünmek, ilk bakışta insana çok aptalca gelse de, hepimiz Ayşe gibi mantıklı herhangi bir nedene dayanmadan aptalca şeyler yapıyoruz.

Ne var ki, Macar Bilimler Akademisi ruhbilimcilerinden Gyorgy Gergely ve Londra Üniversitesi’nden Gergely Csibra, bu konuya çok daha farklı yaklaşıyorlar.

Onlara göre, başkalarını aynen taklit etme özelliği insanoğlunun sahip olduğu en önemli değerlerden biri. Gergely ve Csibra insan türünün bilgi ve yetenekleri edinip başkalarına aktarabilen tek canlı türü olduğuna inanıyorlar.

Dahası, insanları öteki canlılardan farklı kılan zengin kültürel yaşamın özünde eğitbilim (pedagoji) adı verilen bu gündelik eğitimin yattığına dikkat çekiyorlar.

Tek canlı biz değiliz

Bu gezegen üzerinde yaşayan kültürlü tek canlılar bizler değiliz. Son zamanlarda balıklardan, kuşlara, memeli deniz hayvanlarından maymunlara, çeşitli canlı türleri arasında da kültürel gelenek örneklerine tanık olundu.

Gelgelelim, insan dışındaki hayvanlarda tanık olunan kültür ile insanoğlunun yarattığı kültürel dünya arasında dağlar kadar fark var.

Kültürel yaşamları bizlere en yakın olan şempanzeler arasında bile değişik türlerde farklılıklar gösteren topu topu 40 kadar sonradan edinilmiş gelenek olduğu belirtiliyor.

Söz gelimi, kimi şempanze türleri cevizi taşla kırarken, kimileri temizlenirken ellerini başları üzerinde kenetliyor, kanatlı karınca avlayan türleri de bu eylemi en az üç farklı biçimde gerçekleştiriyor.
/_newsimages/1921800.jpg
O halde, insanlarla öteki hayvanların kültürleri arasındaki kimi farklılıklar, bilgilerin nasıl edinildiğiyle ilgili olabilir mi?

Bebek deneyi

1988 yılında yapılan bir araştırma, küçük çocukların genellikle başkalarına öykünmek suretiyle öğrendiklerini ortaya koyuyor. Washington Üniversitesi’nden Andrew Meltzoff tarafından yapılan ve 14 aylık bebeklerin bir hafta boyunca ışıklı bir kutuyu öne eğilip ona alnıyla dokunarak açan eğitmeni izledikleri araştırmada, bebeklere aynı kutu verildiğinde ışığı açmak için, ellerini kullanmak çok daha kolayken, daha önce izledikleri davranışı aynen uyguladıkları görüldü.

Primat uzmanları maymunların kültürel davranışlarının da aynı biçimde kuşaktan kuşağa aktarıldığını düşünüyorlardı.

Dönemin önde gelen kimi araştırmacıları bu görüşü sorguladıklarında, gerçekten böyle bir eğilimin söz konusu olması durumunda, geleneklerin çok daha hızlı yayılması gerekeceği sonucuna vardılar.

Primatların çok daha yakından incelenmesiyle elde edilen bulgular görünürde bu görüşü destekliyor ve şempanzelerin öykünmek- bir görevin hem yöntemini hem de sonucunu kopyalamak- yerine, genellikle gördüklerine benzemeye çalıştıklarını ve izledikleri davranışın özellikle de sonuçlarıyla ilgilendiklerini ortaya koyuyor.

Öğrenmedeki fark

Geçtiğimiz yıl St.Andrews Üniversitesi’nden Victoria Horner ile Andrew Whiten tarafından yapılan bir araştırma, şempanzelerle insanların öğrenme biçimleri arasındaki farkı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

3-4 yaşlarındaki çocukların bir bilmece kutusundan ödül kazanmak için uyguladıkları yöntemlerle, 2-6 yaşlarındaki şempanzelerin yöntemlerinin karşılaştırıldığı araştırmada, deneklerin kutunun saydam olduğu ve saydam olmayıp iç düzeneğinin görülmediği iki farklı koşulda verdikleri tepkiler izlendi.

Sonuçta, şempanzelerin kutu saydam olmadığında uygulamayı gösteren kişiye öykündükleri, oysa kutunun içini gördüklerinde yalnızca kutuyu açmaya yarayan edimleri aynen yineledikleri görüldü.

Öte yandan çocukların gördükleri tüm davranışları, kimilerinin hiç bir işlevi olmadığını bile bile, aynen taklit ettiklerine tanık olundu.

Bu sonuçlar şempanzelerin öykünebildiklerini, ancak kendilerince bir çözüm bulduklarında o çözümü uyguladıklarını gösteriyor. Whiten kimi yabanıl şempanzelerde, söz gelimi kanatlı karınca avlamak gibi, kimi davranışların taklit edilebileceğine inanıyor.

Ancak şempanzelerin edindikleri davranışların çoğunun genellikle çok daha açık seçik oldukları görülüyor.

Aşırı bilgi yüklemesi
/_newsimages/1921801.jpg
Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Michael Tomasello da, şempanzelerde araç kullanımıyla ilgili davranışların büyük bir bölümünün, benzer biçimde davranmaya çalışarak edinildiğini belirtiyor.

İlk bakışta şempanzeler daha mantıklı bir yaklaşımı benimsiyorlarmış gibi görünüyor. O halde insanı maymunlardan farklı bir öğrenme sürecine iten ne olabilir? Whiten bu farklılığı öğrenmek zorunda olduğumuz konuların yoğunluğuna yoruyor ve, "İnsan müthiş bir kültürel karmaşıklığa sahip olduğundan, çocuklar birçok şeyin nasıl yapılacağını hızla öğrenmek zorundalar," diyor.

Daha sonra bu öğrendikleri üzerinde gerekirse değişiklikler yapabileceklerine dikkat çeken Whiten, "Öykünme, soruna hazır çözüm getirdiğinden, çok daha hızlı olur," diye ekliyor.

Şempanzelerin öğrendikleri davranışların doğasından yola çıkan Whiten, hızın onlar için pek de önemli bir etmen olmadığını, yalnızca kendilerine esneklik kazandırdığını düşünüyor.

Kestirebilme gücü

Gergely ise daha da ileriye giderek, şempanzelerle insanlar arasındaki en önemli farkın, atalarının hangi davranışlarının istenen sonuca ulaşmada daha etkili olduğunu kolayca kestirebilme gücünden kaynaklandığını öne sürüyorlar.

Çocuk bir yığın şeyi öğrenmek zorunda olduğu gibi, öğrendiklerinin çoğunun ne işe yaradığını da bilmez. Bu durum özellikle de simgesel içerikli davranışlar için söz konusudur.

Örneğin, hoşnutluk belirtisi olarak neden alkışlarız, ya da öksürüğümüzü geçirmek için neden ağdalı kırmızı bir sıvı içeriz? Durum böyle olunca, insan yavrusu için en iyi çözüm de şempanzelerden çok daha farklı olur.

Körü körüne öykünmenin beraberinde getirdiği sorunlardan biri, insanın kimi zaman tümden anlamsız davranışlar sergilemesi.

Tiz sesle eğitim!

İnsanın asıl gereksindiği, yalnızca yaptıklarını izleyeceği değil, belli bir görevi nasıl yerine getireceği konusunda da kendisine ışık tutacak ve bu konuda önemli ipuçlarını verecek biri. İşte, insana özgü eğitbilim (pedagoji) kavramı tam da bu noktada devreye giriyor.

Gergely ve Csibra bebeklerin "eğitsel bir duruşla" Ğ büyüklerinden birtakım bilgileri kapmalarına olanak tanıyan ve doğuştan gelen bir dizi yetenekle- dünyaya geldiklerine inanıyorlar.

Ancak eğitbilimde anababaların çocuklara verdiği eğitim de bir o kadar önemli. Anababalar içgüdüsel olarak bildiklerini çocuklarıyla paylaşmaya hazırdırlar. İşte insanlardaki bu öğretme eğilimi kuşkusuz bizi öteki primatlardan farklı kılıyor.

Eğitbilimin temelini oluşturan insana özgü uyarlamalar neler? Eğitmen için başarılı bilgi aktarımının ilk adımını öğrencinin dikkatini çekmek oluşturuyor.

Küçük çocuklara seslenirken tiz bir sesle, ağır ağır konuşmanın bununla bir ilgisi olabilir. Küçük çocuklar kendilerine açık seçik bir dille seslenildiğinde daha çok ilgi gösteriyorlar.

Gözlerin gücü

Gözle iletişim de hiç kuşkusuz can alıcı bir önem taşıyor. Birkbeck Üniversitesi’nden Teresa Farroni ve arkadaşlarının geçen yıl yaptıkları bir araştırma yeni doğan bebeklerin düz olarak yerleştirilen fotoğraflara ters yerleştirilenlerden çok daha uzun bir süre baktıklarını ortaya koyuyor.

Araştırmada "yüzler" yalnızca siyah-beyaz soyut biçimlerden oluştuğunda bile aynı durumun geçerli olduğu ve bebeklerin bakış doğrultusunu seçebildikleri görüntüleri daha çok yeğledikleri görülüyor. Csibra tüm bunların bebeklerin toplumsal etkileşime uygun dürtülere çok daha fazla ilgi gösterdiklerinin bir kanıtı olduğuna, bebeklerin içgüdüsel olarak gözle iletişim kurmaya çalıştıklarına dikkat çekiyor.

Meltzoff’un ışık kutusu deneyini farklı biçimde uygulayan Gergely ve arkadaşları eğitimde dikkat çekmeye yarayan bu tür unsurların önemli bir yeri olduğunu ortaya koydular. Deneyde 14 aylık bebeklerden oluşan iki farklı gruba ışığın alınla nasıl yakılacağı gösterildi.

Bebeklere öğretmek

Ancak gruplardan birine bu yöntem gösterilirken eğitici deneklerden her birinin ilgisini teker teker çekmeye çalıştı. Gözle temas gibi yollarla dikkat çekilmediğinde bebeklerin çoğunun ışığı yakarken alışılmadık baş deviniminden yararlanmadıkları, oysa ilgi uyandırıldığında 17 bebekten 11’inin eğitmenin davranışlarını taklit ettikleri görüldü.

Bebeğin ilgisini çektikten sonraki adım ise öğretilecek olanı belirtmek. Bunu yapmanın en basit iki yolu da, ya bakışı başka yöne çevirmek ya da işaret etmek. Farroni ve arkadaşları 4 aylık bebeklerin bile bakışların farklı yöne çevrilmesinden etkilendiklerini ortaya koydular.

Gözdeki devinimleri açıkça ortaya koyan badem biçimi ve göz akına yalnızca insanda rastlanması da bunun ne denli önemli olduğunun bir kanıtı. Bebekler ilgilerini çeken ve hakkında daha çok bilgi edinmek istedikleri nesne ve davranışları işaretler ya da bakışlarla da belli ederler.

Evrime ayna

Bebeklerin konuşmaya ve konuşulanları anlamaya başlamasından önceki eğitsel süreç jestler ve seslerden ibarettir. Gergely ve Csibra bunun eğitsel sürecin evrimine bir ayna tuttuğuna dikkat çekiyorlar ve eğitbilimin insansıların karmaşık aletler üretmeye başladıkları döneme uzandığına inanıyorlar.

Gergely’ye göre insan dilinin kökleri de genç insansıların atalarının davranışlarına öykünmeye başladığı döneme uzanıyor. İnsan dilinin jestlerden türediğini, ses kirişlerinin sonradan devreye girdiğini savunan Auckland Üniversitesi’nden Michael Corballis’in kuramı da aynı görüşü destekliyor.

Dilin evrilmesiyle birlikte eğitsel sürecin de çok daha geniş kapsamlı bir alana dönüşmüş olması gerekir. Corballis ve öteki araştırmacılar, dilin yaklaşık 100,000 yıl önce, kültürel açıdan bir patlamanın yaşandığı dönemde, ortaya çıktığına inanıyorlar.

Kültürel yapı giderek daha karmaşık bir yapıya büründükçe, bunların basit gözlemler yoluyla öğrenilmesinin de giderek güçleşmiş olabileceğine parmak basılıyor.

Bilgileri aktarma

İnsanoğlunun öteki hayvanlardan çok daha ustalıklı bir kültür dünyasına sahip olmaları tabii ki salt eğitsel sürecin bir sonucu değil. Uzmanların büyük bir bölümü insanların birbirlerinin kafalarından geçen düşünceleri okuyabilme yeteneğinin de önemli bir payı olduğuna inanıyorlar.

Ne var ki, Gergely ve Csibra yeni ve görevin yerine getirilmesi açısından önemli bilgileri aktarma yeteneğinin çok daha önemli olduğunu düşünüyorlar.

İnsan kültürünü böylesine özel kılan bir başka unsur da onun karmaşık ve simgesel yapısı. Gergely ile Csibra’nın görüşünü böylesine etkileyici kılan, bu zengin ancak donuk kültürel kanıtı birbirimize aktarmak için yararlandığımız düzenekleri öne çıkartması.

New Scientist’te yayımlanan ((1 Nisan 06) makalede şöyle deniyor: Davranış ve düşüncelerimizin büyük bir bölümünün kökleri bilinmese ya da anlaşılamasa bile, bunları atalarımızdan öğrenmek yine de bizlere yarar sağlayabilir.
Bunun yaratabileceği tek olumsuzluk, "neden" sorusunu sormadığımız sürece rosto pişirirken yok yere etin kenarlarını sıyırıp durmak olur.

KAYNAK:
//www.hurriyet.com.tr



Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:01 Ağustos 2011Yayınlanma Tarihi:01 Ocak 2000

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.