Bu ülkelerde çatışma hiç bitmiyor!

Son yıllarda nüfus dinamiklerinin önemini keşfeden siyaset bilimciler, genç nüfusun kalabalık olmasının bir ülke için nimet mi yoksa belâ mı olduğunu araştırıyor. Son yıllarda nüfus dinamiklerinin önemini keşfeden siyaset bilimciler, genç nüfusun kalabalık olmasının bir ülke için nimet mi yoksa belâ mı olduğunu araştırıyor. gencnufusBir ülke nüfusunun yaşa göre dağılımı o ülkenin siyasetini, ekonomisini ve eğitim politikalarını belirleyen en önemli etmendir. Son yıllarda nüfus dinamiklerinin önemini keşfeden siyaset bilimciler, genç nüfusun kalabalık olmasının bir ülke için nimet mi yoksa belâ mı olduğunu araştırıyor. Kural olarak genç nüfus doğru yönetildiğinde, ülke ekonomisine büyüt katkı sağlarken, ihtiyaçları yeterince karşılanmadığı zaman ülkeyi sürekli olarak iç çatışmaya sürükleyebiliyor. 2011’den başlayarak Tunus, Mısır, Suriye, Türkiye, Brezilya ve son günlerde Bulgaristan’da gözlenen siyasi protestolarda başı gençler çekiyor. Bütün bu olaylar ilk bakışta birbirinden bağımsızmış gibi görünüyor. Kuşkusuz hepsi son derece farklı ve karmaşık siyasal, ekonomik ve toplumsal koşulların ürünü. Ancak siyaset bilimciler, birbiriyle hiçbir ilişkisi yokmuş gibi görünen bu eylemlerin, ortak bir payda etrafında birleştiklerini düşünüyor. Bu ortak payda demografik geçiş olarak bilinen, nüfusun yaş yapısında ortaya çıkan değişikliklerdir.

DEMOGRAFİK GEÇİŞ SÜRECİ

Sayıları giderek artış gösteren çocuk nüfusu, önce erişkin daha sonra orta yaşlı ve en sonunda yaşlı kategorisine katıldıkça, ülkenin demografik yapısı sürekli olarak değişir. Buna paralel olarak da altyapı, kentleşme ve eğitim de gelişir. Dolayısıyla bir ülkenin şekillenmesinde hangi farklı güçlerin etkili olduğunu anlamak ve bu güçlerin birbiriyle etkileşimini saptamak gerçekten çok zordur. Ne var ki şimdi siyaset bilimciler, bir ülkenin nüfus dinamiklerinin doğru değerlendirilmesi durumunda, geçmişinin daha iyi anlaşılabileceğini ve belki de geleceği ile ilgili daha sağlıklı tahminler yapılabileceğini ileri sürüyor. Demografik geçişin temelini, sağlık hizmetlerindeki olumlu ya da olumsuz gelişmeler oluşturur. Bir ulusu aşağıdan yukarıya doğru sürekli olarak şekillendiren sağlık politikalarıdır. Çocuk ölümlerinin yüksek olduğu toplumlarda, yaşa göre nüfus yapısı piramit şeklini alır. Başka bir deyişle yeni doğanların oluşturduğu geniş bir kesim piramidin tabanını oluştururken, diğer yaş gruplarındaki insan sayısı giderek azalır. Başarılı bir sağlık politikası ve etkili kamu sağlığı hizmetleri, çocukları hastalıklara karşı korurken, bebek ölümlerinin azalmasına yol açar. Tarihte ilk kez çocukların pek çoğu, bugün büyüyebilme şansını yakalamış bulunuyor. Dolayısıyla nüfus piramidinin tabanı giderek genişliyor. Yıllar geçtikçe yetişkinlerin doğum kontrol yöntemlerine erişimi kolaylaştıkça, ailelerin sahip olduğu çocuk sayısı azalıyor. Ancak bu evreye geçiş zaman aldığı için o toplumda gençlerin sayıca çoğunluğu oluşturması devam ediyor.

SANAYİLEŞMENİN ETKİLERİ

Çocuk sayısında azalma süreci ilk kez Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da sanayileşmenin hız kazanmasıyla ortaya çıktı. Oysa gelişmekte olan pek çok ülke bu sürecin ilk evrelerinden geçiyor. Eğer bu süreç dikkatli bir şekilde yönetilmez ise ülkelerin iç istikrarları bundan büyük ölçüde etkilenir. Örneğin bir hükümet gençlerin ihtiyaçlarını karşılamazsa, demografik geçiş ülkedeki yaygın hoşnutsuzluğu tetikler. Gençler iş bulmak için acımasız bir rekabetin içine sürüklendikçe, işsizlik kitlesel boyutlara ulaşır. Ve yaşadığı topluma yabancılaşan gençler, tatminsizliklerini ve bunalımlarını gidermek için yeni çıkış yolları arar. Bu da çoğunlukla şiddete başvuru şeklinde ortaya çıkar. Oslo’daki Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nden Henrik Urdal, Birleşmiş Milletler’e gönderdiği raporda şöyle diyor: “Genç ve yoksul insanlar, ülkenin silahlı kuvvetleri için ucuz ve harcanabilir bir kaynaktan başka bir şey değildir.” Son yıllarda bazı siyaset bilimciler, tarihi devrimleri ve sivil itaatsizlikleri incelediklerinde bunların daha çok genç nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde ortaya çıktığını ileri sürüyorlar. Bu iddialarına örnek olarak da Fransız Devrimi’ni ve 1920-1930’lu yıllarda Almanya’da Hitler’in yükselişini gösteriyorlar. 20. yüzyılın ikinci yarısında 175 ülkedeki iç çatışmanın dinamiklerini inceleyen Urdal , “Toplam yetişkin nüfusa göre genç yetişkin nüfustaki her yüzde birlik artış, çatışma riskini % 4 oranında arttırıyor” diyor. Genç yetişkinlerin, tüm yetişkinlerin %35’ini aştığı ülkelerde çatışma çıkma riski % 150 oranında artar (International Studies Quarterly, vol 50, p 607). Türkiye de bu grubun içindedir. Urdal bu ilişkinin, ulusal ekonomik kalkınma trendinden, o ülkenin demokrasi tarihinden ve çatışmanın geçmişinden bağımsız olarak ele alındığında bile geçerliliğini koruduğunu söylüyor. 2003 yılında saygın bir sivil toplum örgütü olan Uluslararası Nüfus Eylem kuruluşundan Richard Cincotta’ya göre, tüm yetişkinlerin % 40’tan fazlası 15 ile 29 yaş arasındakilerden oluşuyorsa (Türkiye’de bu oran % 36.92), o ülkede bir çatışma çıkma olasılığının daha yaşlı nüfusa sahip ülkelere göre iki kat fazla olduğunu belirtiyor. Cincotta, genç nüfus fazlalığının bazı ülkelerde silahlı örgütlenme gibi terör eylemlerine zemin hazırlayan bir yapıya dönüştüğüne dikkat çekiyor. Örneğin demografik geçişin daha emekleme evresinde bulunduğu Afganistan’da, genç yetişkinler tüm yetişkinlerin % 50’sini oluşturuyor. Bu da Taliban gibi örgütlere taraftar bulmada büyük kolaylık sağlıyor. Bu saptama, ülkelerin siyasi ve dini geçmişlerini hafife almak anlamına gelmemeli; genç nüfus fazlalığı, insanları radikal çözümler aramaya iten karmaşık koşulların oluşturduğu sorunlar yığınını tutuşturan bir kıvılcım etkisi yaratabiliyor.

GENÇ NÜFUS NASIL FRENLENİR?

Kaldı ki genç nüfus fazlalığı olan ülkelerde mutlaka sivil çatışma çıkacak diye bir kural yok. Genç nüfusa kendilerini geliştirmeleri için fırsat tanındığında, ülkenin kalkınmasında pekala etkin olabiliyorlar Örneğin Urdal’ın yürüttüğü çalışmaya göre devlet ilkokul sonrası eğitime yatırım yaptığında, gençlerin daha “sakin” bir yol tutturduğu görülmüş. Gençliğin ihtiyaçlarına yanıt verildiğinde ekonominin de düze çıkabileceği düşünülüyor. Her şeyden önce gençlerin tüketici olarak ciddi bir ağırlığı var ve emek piyasasındaki payları küçümsenmeyecek boyuttadır. Harvard Halk Sağlığı Okulu’ndan David Bloom, “Asya Kaplanları” olarak nitelendirilen ülkelerin yükselişinde genç nüfusun rolüne dikkat çekiyor. Son 50 yıldır Japonya, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Hong Kong ve son yıllarda Tayland ve Vietnam, sağlık hizmetlerine yatırım yaparak genç nüfusun artmasına zemin hazırlamıştır. Bu ülkelerde, çalışma çağındaki nüfus, “bağımlı” nüfusa göre 4 kat hızlı büyüyerek, ülke nüfusunun üçte ikisini oluşturacak düzeye ulaşmıştır. Dolayısıyla ekonomik gelişme ile genç nüfus artışı birbirine koşut bir yol izlemektedir.

EĞİTİMİN ÖNEMİ

Genç nüfus fazlalığının en belirgin etkisi Çin’de görülüyor. Bu ülke, radikal nüfus politikalarının sonucu olarak aşırı kalabalık bir genç nüfusa sahip. 1960’lı yıllarda ve 1970’lerin başında Mao Zedung doğurganlığı teşvik edici tedbirlerle ülke nüfusunun 1980’lerde bir milyara ulaşmasında önemli bir rol oynadı. Daha sonra yerine geçenler doğum hızını frenleme gereği duydular ve tek çocuk politikasını devreye soktular. 20. yüzyılın sonlarına doğru yetişkin çağa gelmiş olan nüfus, Çin’i dünyanın üretim merkezi haline getirdi. Şimdi diğer ülkelerin de genç nüfuslarını bir avantaja dönüştürüp dönüştüremeyeceği merak konusu. Örneğin genç nüfustan yana zengin Hindistan, şu anda çok kritik bir evreden geçiyor. Viyana Demografi Enstitüsü’nden Wolfgang Lutz’un Hindistan ile ilgili öngörüleri şöyle: “Gelecek 25 yıl boyunca Hindistan’ın bu şansı nasıl değerlendireceğini göreceğiz. Bu süre içinde çocuk nüfusunun oranı üçte bire düşerken, yaşlı oranı şimdi olduğu gibi düşük seviyede kalacak.” Hindistan, Çin’in izinden gitmeyi planlasa da, nüfusun yarısının okuryazar olmaması, bütün bu planları sekteye uğratabilir. Çin ise, çalışma çağındaki nüfusunun dörtte üçüne ilkokul sonrası eğitim şansı tanıyarak, kalifiye işçi sorununu kendi içinde halletmiş durumda. Sahra altı Afrika ülkeleri de benzer sorunlarla karşı karşıya. Ortanca yaşın en düşük olduğu kıtada, 2030 yılında nüfusun büyük bir kısmı çalışma çağına girecek.

FIRSAT MI, BELA MI?

Genç nüfus fazlalığının bir fırsat mı yoksa bela mı olduğu tartışıla dursun, bu olgunun geçici olduğunu unutmamak gerekiyor. Doğumların patlama yaptığı yılları izleyen dönemlerde insanların yaşlanmasıyla birlikte nüfus piramidinde orta yaş kuşağı çoğunluğu ele geçirir.. Peki bu durumda neler olur? Urdal’a göre yaşlanan uluslarda, sosyal çalkantılar durulur. Bunun nedenlerinden biri askeri liderlerin kendilerini destek sağlayacak yeterli sayıda asker adayı bulamamasıdır. Urdal buna bağlı olarak Batı Avrupa ve Güneydoğu Asya ülkelerinde genç nüfusun yaşlanmasıyla birlikte daha az sayıda çatışmanın yaşandığına dikkat çekiyor. Bazı göstergelere göre çatışmaların azalmasına, demokrasi çıtasının yükselmesi eşlik ediyor. Cincotta, bir Amerikan siyasi araştırma örgütü olan Wilson Center için hazırlamış olduğu raporda, ülkelerin ortanca yaş düzeyini, siyasi haklar, konuşma özgürlüğü, internete erişim kolaylığı ve Freedom House’un tanımladığı diğer sivil haklarla karşılaştırdı. Raporun sonuç bölümünde ortanca yaşı (medyan yaş) 30’un üzerinde bulunan pek çok ülkenin, tanım olarak liberal demokrat kategorisine girdiği belirtiliyor. Ancak bu ülkeler, spektrumun diğer ucunda bulunan az sayıda ülkeyle çok büyük bir tezat oluşturuyor. Demokrasi açısından ortalamanın üzerinde bir düzey tutturan bu birkaç ülkede ortanca yaş 20’nin altında. Bu bağlantının altında yatan ne olabilir? Genç nüfus fazlalığı ile birlikte gelen çalkantılar bir kez durulduğunda, ardından gelen daha yaşlı kuşaklar, ülkenin kalkınmasına daha fazla yatırım yapıp istikrarı koruyucu tedbirler alabiliyor. Ortanca yaşı yüksek olan ülkelerde altyapı, kentleşme ve eğitim konularına daha fazla yatırım yapıldığı için, demokrasinin de kök salması daha kolay oluyor.

DEMOGRAFİK GEÇİŞ, DEMOKRASİYE GEÇİŞİN HABERCİSİ

Demografik geçiş, bir ülkenin demokratik bir rejime ne kadar yakın olduğunu gösteren önemli bir göstergedir. Cincotta 2008 yılındaki Arap Baharı’nın gelişini önceden görebilmişti. Tunus, Mısır, Libya, Fas ve Cezayir’in 2020 yılına kadar istikrarlı bir demokrasiye geçeceğini tahmin ediyordu –hepsi olmasa bile birkaçı-. Bu ülkelerin nüfuslarının ortanca yaşı 24 ile 30 arasında değişiyor. Bugüne dek bu ülkelerin üçü –Tunus, Mısır ve Libya- demokrasiye geçiş için girişimlerde bulundu. Bunların içinde en başarılısı Tunus oldu. Diğer Kuzey Afrika ülkeleriyle karşılaştırılınca en yaşlı nüfusa sahip olan Tunus’un ortanca yaşı 29. En genci olan Mısır -ortanca yaşı 24.4- şu anda çok şiddetli çatışmalara sahne oluyor ve hangi yöne doğru yol alacağı henüz bilinmiyor.

DEMOGRAFİK KOŞULLAR HER ŞEY DEMEK DEĞİL

Cincotta, Suriye’de yaşanan çatışmalara baktığında, yakın zamanda demokratik bir reformun işlerlik kazanacağına ihtimal vermiyor. Bunun en önemli nedeni, ülke nüfusunun ortanca yaşının 22 olması. “Muhalif güçler Beşar Esad rejimini devirseler bile nüfus dinamiklerine bağlı olarak başka bir otokrasi rejiminin ortaya çıkması çok büyük bir olasılıktır” diye konuşan Cincotta, “Bugüne dek genç nüfusa sahip çok az sayıda devlet, ortanca yaşı 25’e ulaşmadan demokrasiye geçmeyi başarabilmiştir. Suriye’nin 2023 yılına kadar liberal bir demokrasiye kavuşma şansı yüzde ellidir.” diyor. Bütün bu tespitlerine karşın Cincotta, bir ülkenin yakın geleceğinin yalnızca demokrafik göstergelerine bağlı olarak şekilleneceğini düşünmenin de sakıncalı olduğuna dikkat çekiyor. Çalışmalarında çok sayıda istisna ile karşılaşan Cincotta, ortanca yaşı 35’in üzerinde olmasına karşın, demokrasiye geçememiş ülkelerin başında Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan devletlerin ve Çin’in geldiğini belirtiyor. Bunun nedeni de Cincotta’ya göre şu olabilir: “Yaşlı kuşaklar daha tutucu olabiliyor. Eğer bir ülke, yönetişiminde köklü bir değişiklik meydana gelmeden kritik bir demografik noktayı geçerse, nüfusunun büyük çoğunluğunun tercihini statükodan yana kullanması büyük olasılıktır. Ancak bu yalnızca bir varsayımdır ve başka faktörler de bu doğrultuda etkili olabilir.”

YAŞLI NÜFUS FAZLALIĞININ ETKİLERİ

Genç kuşak fazlalığı nasıl iç çalkantılara zemin hazırlıyorsa, yaşlı kuşak fazlalığı da beraberinde başka sorunlar getirebilir. Bu sorunlar özellikle doğurganlık hızının ikame düzeyinin altına düşmesiyle ortaya çıkar. Örneğin şu anda ortanca yaşın 43 olduğu Almanya’da, 2025 yılında 60’lı yaşlardaki nüfusun, 10 yaşından küçük nüfusun iki misline çıkması bekleniyor. II.Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Japonya, dünya ekonomisinin genç kaplanları arasındaydı. Ancak şu anda dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip. Ortanca yaş 45 ve nüfusunun % 30’u 60 yaşının üzerinde. Ve Japon demograflar, ülkenin 30 yıldır ekonomik sorunlarla boğuşmasının altındaki en önemli etmenin toplumun yaşlanması olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca Avrupa’nın içinde bulunduğu darboğaz da, kıtanın yaşlanmasından kaynaklanıyor olabilir. Yunanistan’da (ortanca yaşı 43) ve İtalya’da (ortanca yaşı 44) her bir emekliye 1.3 çalışan düşüyor. Büyük oranda göç alan ve doğurganlık hızı görece olarak daha yüksek olan İngiltere (ortanca yaş 40) ve ABD’de (ortanca yaş 37) ekonomik koşullar şimdilik Yunanistan veya İtalya kadar vahim değil. Bu arada Çin’in genç nüfusu da yaşlanıyor. Tek çocuk politikası yürürlüğe girdiğinden bu yana ortanca yaşı neredeyse iki katına çıkarak bugünkü 35 yaş sınırına dayandı. Bugünkü trendin devam etmesi durumunda 2050 yılında 60 yaşının üzerindekilerin sayısı 400 milyonu bulacak. Demografik göstergelere göre bu ülkedeki hızlı ekonomik gelişmenin yerini yakında ekonomik fiyasko alabilir.

DAHA DURAĞAN BİR EKONOMİ, FAKAT DAHA FAZLA DEMOKRASİ

Demografik geçişin neler getireceğini önümüzdeki 20-30 yıl içinde göreceğiz. Dünya nüfusu sabitlenirken, ulusal genç nüfus fazlalıkları yaşlanacak. Bu koşullarda ekonominin eskisine göre dinamizmini biraz yitireceğini söylemek kehanet olmaz. Ancak buna karşın daha fazla demokrasiye daha barışçıl bir dünyaya sahip olabiliriz. Cincotta bu noktada yaşlı nüfusun yük değil, değerli bir kaynak olduğunu kabul edilmesi gerektiğini söylüyor. Ayrıca demografinin kaderimizi çizmediğini, ancak kesinlikle şekillendirdiğini de kabul etmek zorundayız. BİLİM TEKNOLOJİ EKİ

Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:24 Ağustos 2013Yayınlanma Tarihi:23 Ağustos 2013

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.