Dünyanın En Mutlu Ülkesinde İntiharlar Artıyor

Finlandiya’dan döndüğümden bu yana bana en çok sorulan iki soru:

Finlandiya neden dünyanın en mutlu ülkesi?
Finlandiya’da intihar oranı neden yüksek?
Neden mutlu olduklarının hikâyesini Üsküdar Üniversitesi’nin yayınladığı PsikoHayat Dergisi için yazdım. (//www.psikohayat.com/images/sayilar/pdf/21.pdf)

İntiharlara gelince o da hayatın bir başka boyutu.
Sadece Finlandiya’da değil, İskandinav ülkelerinde intihar oranları yüksek. Finlandiya’daki intiharlar AB ortalamasından daha fazla.
Bunun birçok sebebi var: Yalnızlık, kışın sürekli sisli, kapalı ve karanlık havası. Kasım ayı ile başlayan Mart ayına ve bazen Nisan’a kadar süren gerçekten bunaltıcı bir iklim.
İntiharların en çok Ocak, Şubat ve Mart aylarında olmasının bir sebebi de bu. İnsanlar adeta tükeniyor. İstatistikler de bunu teyit ediyor.
“Aralık ayında hemen hemen hiç güneş görmedik” diye ekledi bir arkadaşım.
2000’li yıllarda yükselmeye başlayan intiharlar alınan önlemlerle düşmeye başlamıştı.
 
Finlandiya'nın 2019-2030 için İntiharı Önleme Stratejisi hazırlaması çok etkili olmuş.

Pandemi yalnızlığı daha da arttırdı...

Ancak Finlandiya'da COVID-19 krizi sırasında intiharlarda yeniden bir artış oldu. Sağlık yetkilileri, ruh sağlığı bakımına ihtiyaç duyanların buna ulaşamadığından şüpheleniyor.
İnsanların sosyalleştiği spor merkezlerinin, kafelerin ve birçok mekânın kapatılması üzerine insanlar yalnızlıkları ile yüze yüze geldiler.
Emniyetin verilerine göre, 2020 Mart ve Nisan aylarında şüpheli intihar sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık %15 artış gösterdi.
Yerel yetkililere göre intiharlarda en dramatik artış Mart ve Nisan aylarında Orta Finlandiya bölgesinde görüldü. Bu bölgede intiharlar iki katına çıktı.

Sağlık sistemini zorlamamak için randevularını iptal ettiler...

İlginç bir durum ise kriz sırasında çok az kişinin yardım için başvurmasıydı.
Finlandiya'da normalden çok daha az insan yaz aylarında psikiyatrik tedavi için yardım talep etti.
Pirkanmaa bölgesindeki Tampere Üniversitesi Merkez Hastanesi’nde Psikiyatrik Bakım Müdürü Hanna-Mari Alanen’e göre “Psikiyatrik bakım klinikleri korkutucu derecede sessizdi”. “Doktorlar birbirlerine tüm hastaların nerede olduğunu sormaya başladılar.”

Benzeri durum ülkenin dört bir yanındaki sağlık tesislerinde ve dünyanın geri kalanında da görüldü.
Durum daha sonra anlaşıldı:

Bireyler, sağlık sistemini zorlamak istemedikleri veya koronavirüs enfeksiyonu kapmaktan korktukları için tıbbi randevularını iptal ediyorlardı.

Ev içi şiddet arttı...

Pandemi sürecinde karşılaşılan diğer bir olgu ise ev içi şiddetin artış göstermesiydi.

Ülkenin dört bir yanındaki kolluk kuvvetleri de bu yılın ilk üç ayında aile içi şiddetin arttığını belirtmişler. Evlerden gelen şikâyetlerde yaklaşık 3 binden daha fazla artış olmuş.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünya çapında milyonlarca insanı etkileyen ve etkilemeye devam eden koronavirüs salgınının neden olduğu ve olacağı akıl sağlığı krizi tehdidi hakkında bir uyarıda bulunmuştu. Anlaşılan bu uyarı yeterince ciddiye alınmamış. Ya da alınan tedbirler yetersiz kalmış.

Geçtiğimiz Mart ayında Mieli, Helsinki ve Kuopio şehirlerinde intihar önleme merkezleri açtı ve örgüt geçen sonbaharda intiharla mücadele için bir kampanya başlattı.

İntiharı önlemek için ‘Nasılsın?’ kampanyası...

Derneğin sonbaharda başlayan "Nasılsın?"  kampanyası, insanların bir arkadaşının veya aile üyesinin kendilerine zarar vermeyi veya daha kötüsünü düşündüğüne dair işaretleri belirlemeyi öğrenmelerine yardımcı olmayı amaçlamaktadır.

Program, insanları endişelendikleri kişilere şu basit soruyu sormaya teşvik ediyor: “Nasılsın?”

Mieli, akıl sağlığı sorunları konusunda yardıma ve desteğe ihtiyacı olan, intihar etmeyi düşünen veya olabilecek birini tanıyan kişilere Fince, İsveççe, İngilizce, Arapça ve diğer dillerde destek ve yardım sunuyor.

Bireyler, telefonla Mieli'nin SOS Kriz Merkezi ile iletişime geçebiliyor.
Ancak pandemi döneminde bu hizmetlere ulaşımda sorunlar yaşanıyor.
Yetkililer yoğun talebe cevap veremiyor. Ya da yeterli cevabı veremiyorlar.
Üç aylık, çok güçlü depresyon geçiren bir gencin ifadeleri çok anlamlı:

“Sonunda hastaneye kaldırıldım.
Hayatım tam perişan bir haldeydi.
İşim yoktu, arkadaşlarımdan ve ailemden soyutlanmıştım, gerçekten kötü durumdaydım.
Daha sonra altı aylık bir depresyona girdim ve bu beni tamamen çaresiz bıraktı.
Hayatıma son vermek istedim.
Durumumu araştırdım ve muhtemelen bipolar olduğum sonucuna vardım.
Bu yüzden yardım için ilgili sağlık kuruluşuna gittim.
Bakım ünitesi tarafından benim için sağlanan bakım hizmeti neredeyse tamamen ilaçlara dayanıyordu. Bunu reddettim.
Danışman psikiyatrist, hemşireler, bakım ekibi ile bir dizi görüşme yaptım. Hiç kimse bana diyetimin kalitesi hakkında soru sormadı, alkol tüketimimi sorgulamadı (haftada yaklaşık 40 litre bira).
Biraz egzersiz yapmamı önermedi.
Arkadaşlarımı ziyaret edip onlara takılmam tavsiye edilmedi.
Sadece intihara meyilli olup olmadığımı bilmek istediler ve bana yardım etmek için sadece ilaç — lityum — önerdiler.
Aldığım izlenim, bu profesyonellerin aslında benim hastalığımdan korktukları ve bana gerçek bir yardım sunacak kadar yeterince anlayış ve bilgiye sahip olmadıklarıydı.”

Yaşama dair anlamsızlık intihara sürükleyebiliyor...

Görüldüğü gibi bu gencin en büyük sorunu hayatında bir anlamın olmaması. Çoğu kez sanıldığı gibi maddi refah düzeyi yeterli olmayabiliyor.
Ünlü varoluşçu nörolog ve psikiyatr Viktor Frankl İnsanın Anlam Arayışı kitabında buna dikkat çekmişti.
Bir Amerikan üniversitesinde intihar girişiminde bulunan 60 öğrenci üzerinde yapılan anket dikkatini çekmişti. Bu öğrencilerin yüzde 85’i, intihar girişimlerine gerekçe olarak “yaşamın anlamsız gözükmesini” göstermişti.
Frankl için daha da önemli olan, yaşamı anlamsız gören bu öğrencilerin yüzde 93'ünün “aktif bir sosyal yaşamları vardı, akademik performansları yüksekti ve aileleriyle ilişkileri iyiydi.”
Ona göre söz konusu olan şey, “duyulmayan bir anlam çığlığıydı” ve bu durum bir üniversiteyle de sınırlı değildi. Amerika'da yüksekokul öğrencileri arasındaki intihar oranı, en sık rastlanan ölüm nedenlerinden olan trafik kazalarından sonra geliyordu.

Frankl’ın bu yorumu başta Finlandiya olmak üzere, “bolluk içinde yüzen toplumlar” için de geçerli. Ona göre karşımıza çıkan gerçek açık ve netti: Hayatın anlamı. Bu soruya anlamlı bir cevap veremeyenler, hayatlarına son veriyordu.

Sosyal bilimlerin de mücadeleye dahil edilmesi şart!

Pandemi sürecinde bir kez daha görünmeyen bir vuruş karşısında herkes çaresiz kaldı. Pandemi ile mücadele sürecinde birçok sağlık çalışanı hayatını kaybetti.
Kısaca, pandemi hepimize çok şey öğretti ve öğretmeli.

Sorunlarımıza bütüncül bir açıdan bakmak; toplumun tüm katmanlarına hitap eden çözümler üretmek durumundayız.

Bu süreçte sadece konunun uzmanı bilim insanlarının çalışmaları yeterli olmayabilir. Sosyal bilimlerin tüm dallarından bilim insanlarının da sürece dahil olması/edilmesi şart.

Pandemi’nin her yaş grubu için sebep olduğu ve olacağı sorunları derinlemesine anlamak ve çözümler üretmek hepimizin görevi olmalıdır.

İBRAHİM ÖZDEMİR
ÜÜ Felsefe Bölüm Başkanı


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:14 Ocak 2021

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.