Bağımlılıkta İlk Görüşme Ve Anamnez Alma

Madde bağımlılığının tedavisinden olumlu sonuç alabilmek ile tedavinin sürekliliği arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Sürekliliğin sağlanması ise ilk görüşmede danışan ile kurulan ilişki ve danışanın muhtemel önyargılarının ortadan kaldırılabilmesi açısından önemlidir.

Danışanın ilk goruşmede kafasında yer alan soru işaretlerinin mumkun olduğunca cevaplanması gerekmektedir. Terapotik ilişkinin kurulması ve terapinin hangi plan cercevesinde ilerleyeceğini danışanın bilmesi ve tedaviye olan guven ile inancın artmasını sağlayacaktır. Goruşmelerin gizliliği, terapi sınırlarının cizilmesi, objektif bakış acısının goruşmelerin temel ilkesi olacağı, terapiye geliş amacı doğrultusunda bir formulasyonun oluşturularak danışana iletilmesi danışanın tereddutlerinin ortadan kalmasını sağlayacaktır.

Bu formulasyonun danışana sağlıklı bir şekilde iletilebilmesi ve formulasyona bağlı kalınması ise birtakım ilkeler cercevesinde sağlanabilir. Danışanın konfor alanının ihmal edilmemesi ancak birtakım sınırların da net olarak cizilmesi gerekmektedir. Danışana karşı otoriter bir tavır sergilemek yerine birlikte araştırmaya ve sorgulamaya dayalı bir ortaklık ilişkisinin kurulması goruşmenin sağlıklı ilerleyebilmesi acısından iş birliği onemli bir ilkedir.

Terapi sırasında kurulan iş birliği ile aslında danışanın tedavi icin ihtiyacı olan motivasyon ve inancın kendi icerisinde olduğu varsayımına dayalı olarak bu motivasyon ve inancın dışarı cıkartılması
gerekmektedir. Danışanın motivasyonunun ortaya cıkartılması surecinde ise danışana serbest bir alan bırakılması bu yolla da danışana birtakım sorumluluklar yuklenmelidir. Bu sorumluluk ozerkliğe bağlı olarak tedavi surecinde olumlu alınan geri donuşlerin kalıcı olmasını sağlayacaktır.

Motivasyonel goruşmede değişimin kalıcı hale gelebilmesi kişi merkezli bir goruşmenin yurutulmesiyle sağlanabilecektir. Empatik yaklaşım ilkesi dar bir yorum olarak değil bireyin bakış acısını anlamaya ozen gosterilerek, danışanın kendi bakış acısına saygı duyulduğunu hissetmesi acısından onemlidir. Boylece birey kendi cumlelerini kurmakta ve ic dunyasını acmakta daha rahat hisseder. Empatik yaklaşım, danışanın bakış acısının kabul edilmesi ve bakış acısının desteklenmesi olarak da gorulmemelidir.

Tedavi surecinde danışanın olmak istediği yer ve sahip olmak istediği sağlık durumu ile tedavi sırasındaki yaşamı arasındaki celişkilerin ortaya cıkarılması gerekmektedir. Değişimin sağlanabilmesi ancak bu celişkilerin ortaya cıkarılması ile gercekleşebilir. Farkındalığın sağlanması acısından danışanın hedefleri ile tedavi sırasındaki davranışları ve eylemleri arasındaki farklılığın ortaya cıkarılması tedavi surecinin ilerlemesini sağlayacaktır.

Her ne kadar ilk goruşmeden itibaren iş birliği icerisinde ozerkliğini ve kendisi bakış acısının anlaşıldığını hisseden hatta celişkilerin farkındalığına erişen bir danışanın değişim sureci icinde davranışları ve hayatı yaşama bicimi ile baş ederken direnc gostermesi ile karşılaşılabilmektedir.

Burada yine bu direnc ile katı bir mucadele icine girmekten kacınılmalı ve direncin temelinde yatan nedenlerin ortaya cıkarılmasına uğraşılmalıdır.

BAĞIMLILIKTA İLK GÖRÜŞME VE ANAMNEZ ALMA

Değişime karşı olan direnc her zaman acık bir şekilde gosterilmemekte kimi zaman belirli davranışlar direncin gostergesi olabilmektedir. Danışmanın soru ve soylemlerinin sorgulanması, danışmanın uzmanlığının sorgulanması yoluyla danışman ile tartışmaya girmek; danışman ile goruşmelerde konuşmaları kısa tutmak veya danışmanın sozunu keserek farklı konuları konuşma eğilimi yoluyla goruşmenin kesilmesi; sorunları kabul etmeyerek danışman ile işbirliğini sonlandırmak veya danışmanı dinlememek yoluyla ortaya cıkan alternatifleri ve onerileri kabul etmeyerek inkar surecine girmek; danışmanın soylemlerine, danışmanın empatik yaklaşımına karşı olumsuz geri donuşler yaparak aldırmama direnci gibi farklı şekillerde direnc gostergeleri ile karşılaşılmaktadır.

Madde Kullanım Öyküsü

Madde kullanımı olan bireylerde yapılan goruşmeler aslında psikiyatrik goruşmenin temel ilkelerinden farklı değildir. Psikiyatrik goruşmede olması gereken yansız- yuksuz -yargısız goruşme ozellikle madde kullanımı olan bireylerde oldukca onemlidir. Bunun yanı sıra bağımlı bireylerin genelinde tedavi motivasyonu duşuk olduğundan ozel goruşme yontemlerine de dikkat edilmesi gerekir. Bu yazıda bağımlı bireylerde yapılacak olan goruşmelere yer verilecektir.

Her psikiyatrik oykuye başlama gibi hastadan yaş, cinsiyet, eğitim durumu, mesleği, medeni durumu, nerede ve kiminle yaşadığı gibi sosyodemografik bilgiler alınmalıdır. Ardından aileye yonelik sosyodemografik bilgiler, hastanın varsa eşlik eden psikiyatrik oykusu ve aile ici ilişki dinamikleri gibi
geniş bilgiler edinilmelidir. Yine tedavi planı icin hastanın tedavi ekibine isteyerek mi yoksa istemeyerek mi başvurduğu bilgisi alınmalıdır. İstemli ya da istemsiz başvuru sureci ve tedaviyi etkileyen onemli faktorlerden biri olacaktır. Bağımlı bireylerden alınan bu bilgilerin aile uyeleri veya yaşadığı kişiler tarafından da ayrıntılı olarak sorgulanması gerekmektedir. Sorgulamayı yaparken
kişinin izninin alınması oldukca onemlidir. Genellikle aileden alınan oyku ile hastanın oykusu arasında farklılıklar gorulur. Ozellikle alınan madde miktarı ve kullanım sıklığı ile ilgili farklılıklar gozlenmektedir. Hastalar genelde sorunlarını kucumseyebilir, inkar edebilir ya da ceşitli rasyonellere dayandırabilirler.

Ancak aileden bilgi alma hasta dinlendikten sonra yapılmalıdır. Hastanın kendisini, yargısız dinlenildiğini hissetmesi terapotik ilişki acısından son derece onemlidir. Eğer hasta istemez ise aile ile goruşme sonraki aşamaya bırakılabilir ancak tedavinin gidişinde mutlaka aile uyelerinden de bilgi alınmalıdır ve tedavi planı icin hastadan alınan bilgi ile eşleşmesi son derece onem taşımaktadır.

Genelde hasta ile ilk goruşmede terapotik ilişki sağlanamaz ise tedavinin sıkca bırakıldığı da gorulmektedir. Sosyodemografik bilgiler sonrasında alınması gereken bilgiler doğrultusunda bir diğer aşama ise hastanın kullanmakta olduğu madde veya maddelerle ilgili ilk kullanım yaşı, ilk kullanım zamanı, miktarı, sıklığı ve en son kullanım zamanı gibi bilgilerin toplanmasıdır. Tum bu bilgilerin kronolojik olarak alınması hastanın formulasyonu acısından son derece onemlidir. Ozellikle son donemde kullanmakta olduğu madde ya da maddelerin iceriği, son kullanım zamanı, yeri, ihtiyac duyduğu ortamlar ve yoksunluk belirtilerini yaşanıp yaşanmadığı sorgulamaları da yapılmalıdır

Bugune kadar tedavi girişiminin olup olmadığı, olduysa tedavide verilen ilacların amaca uygun kullanılıp kullanılmadığı ve sonuc alınıp alınmadığı, bıraktı ise ne kadar sure maddeden uzak kaldığı ve bırakma esnasında yaşadığı yakınmaları da oğrenilmelidir.

Alkol-madde bozukluklarında genelde komorbidite denilen eş tanılar da sıklıkla gorulmektedir. Bu nedenle kişinin sosyodemografik ve madde kullanım bilgilerinin yanı sıra ruhsal durum değerlendirmesi de yapılmalıdır. DEHB, anksiyete bozuklukları, duygudurum bozuklukları, depresyon, kişilik bozuklukları ve intihar duşuncesinin ya da girişimlerinin olup olmadığı hastalıkta nuks ve prognoz acısından onem taşımaktadır. Birbirini etkileyecek ve tetikleyecek olan bu ruhsal rahatsızlıklar madde kullanım bozukluğu ile birlikte tedavi edilmelidir

Muayene sırasında ozellikle bağımlı bireylere yonelik dikkat edilmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır. Bu noktaların başında suclama, eleştirme, utandırma, tehdit etme, oğut verme veya  mantıkla ikna etmeye calışma gibi yaklaşımlar yer alır. Kişiye bu yonlu hissettirmek savunmacı bir tutuma gecmesine ya da tedaviyi yarıda kesmesine sebep olabilir. Bir yandan hastadan oyku alırken diğer yandan da maddenin yaşamında getirdiği olumsuzlukları tespit etmek gerekir. Bu tespit tedavinin ilerleyen aşamalarında hastaya fark ettirmek acısından değerli olacaktır.

Madde kullanımı olan hastadan bilgi alırken diğer onemli bir nokta da hastanın goruşmeye geldiğinde madde etkisinde olmamasıdır. Goruşme, madde etkisindeki kişi ile sağlıklı gercekleştirilemeyeceği icin başka bir tarihe randevu duzenlenmelidir. Tedavi esnasında hastanın motivasyonunun duşuk olduğu hissedilirse motivasyonu artırıcı teknikler uygulanabilir. Sonrasında ilk olarak kişinin maddeye bağımlı olduğunu kavraması yani ic goru kazanması sağlanmalıdır. Cunku genelde hastalar bağımlı olduklarını reddetme eğilimi gostermekte ve maddeyi kesmek yerine azaltmak isteğini belirtmektedirler.

Kullanılan madde yerine başka bir madde kullanımına geciş de sık gorulmektedir. Bu acıdan da dikkatli olmak ve hastaya bilgi vermek gerekmektedir. Ayrıca maddeyi almadığı zaman karşılaşacağı sorunlar ile nasıl başa cıkacağı oğretilmeli, tedavi alternatifleri sunulmalı ve cesaretlendirilmelidir.

Aile Öyküsü

Alkol ve madde kullanım bozuklukları veya davranışsal bağımlılıklar değerlendirilirken aile oykusu hem nedensellik hem de sağaltım acısından onem teşkil etmektedir. Kliniğe başvurular genellikle bağımlılık yapıcı nesne veya davranış ile ilgili ilk deneyimlerden sonra gercekleşmemektedir. Alkol,
madde kullanımının veya bağımlılık yapabilecek davranışların (kumar, seks, yemek yeme, teknoloji,
oyun, alışveriş, sosyal medya vb.) sıklıkla tekrarlanması, bu tekrarlar sonucu ceşitli sorunların fark edilmesi ve ancak cozum aranması ile tedavi girişimleri olmaktadır. Bireyin davranış değişiklikleri her zaman kendisi tarafından fark edilmeyebilir veya sorun olarak algılanmayabilir. Davranış ve kişilik uzerindeki belirgin değişimler, bundan kaynaklanan sosyal uyumun bozulması yakın cevre tarafından da anlaşılabilmektedir. Ancak ne var ki bağımlılıkla mucadele eden her bireyin motivasyonunun aynı seviyede olmasını beklemek mumkun değildir. Bireyin beden ve ruh sağlığına etkilerinin yanı sıra yaşam kalitesini de onemli olcude duşuren bu davranışların sona ermesi duşuncesiyle kimi zaman bireyin kendisi kliniklere başvururken, kimi zaman bu yardım arayışı aile veya yakın cevre tarafından olmaktadır.

Ailenin surece dahil edilmek istenmesindeki husus, hem sosyal desteğin sağlanması, hem de mevcut sorunun bugunku haline gelmesindeki etmenlerin incelenmesidir. Bu doğrultuda, aile yapısına ilişkin bilgilerin değerlendirilmesi tedavide onemli bir belirleyicidir.

Sosyodemografik Bilgiler

Oncelikle aile yapısını tanımak icin aile uyelerine ilişkin bilgiler detaylı bicimde ele alınmalıdır. Ebeveynlerin hayatta olup olmadığı, hayatta ise yaş ve eğitim durumları, calışma durumları, birbirleriyle yaşayıp yaşamadıkları, gecmiş donem ve yakın donemde birbirleriyle ilişkileri; hayatta değillerse olum nedenleri, tarihi, bireyin o sırada kac yaşında olduğu gibi hususların her biri aile ici etkileşimler uzerinde birer etkendir. Ailenin icinde bulunduğu fiziksel koşullar, sahip olduğu ekonomik kaynaklar ve bireyin koşullara uyum sağlama bicimi bağımlı bireyin davranışları uzerinde etkilidir.

Ailevi nedenler

ile bağımlılık ilişkisi klinikte gozlemlenmekle beraber, literaturde pek cok olguya rastlamak da mumkundur. Bununla birlikte aile bireylerinin kişilik ozellikleri hakkında bilgi sahibi olunduğunda bağımlı bireyin davranışlarını yordamak da daha mumkun olacaktır. Aile ici dinamiklerin anlaşılması icin ebeveynlerin yanı sıra diğer aile uyeleri hakkında da temel bilgilere ihtiyac duyulmaktadır. Orneğin kac kardeş ve kacıncı sırada olduğu, kardeşler arasında ilişkiler ve ebeveynlerin kardeşlere karşı tutumlarında fark olup olmadığı diğer onemli noktalardır. Bireyin kendisi de aynı zamanda ebeveyn ise roller ve tutumlar da incelenebilir.

Bireyin ilişki durumu, evli ise evlilik dışı ilişki durumlarının olup olmadığı; mevcut bir ilişkisi var ise ilişki tercihleri, tek eşli veya cok eşli olma durumu; cinsel yonelimi gibi hususlar da değerlendirilmelidir.

Soy Geçmişi

Ailenin soy gecmişinin sorgulanması da aile uyelerinin onemli bir hastalık gecirip gecirmediğini belirleyecektir. Aile bireylerinde kronik hastalık oykusu mevcut ise diğer aile uyelerinin bu surecte yaşam kalitelerinin ne derecede etkilendiği, benzer şekilde travmatik yaşantılara ve kayıplara yol acabilecek bir hastalık oykusunun varlığı da değerlendirme esnasında dikkate alınmalıdır. Gerek genetik yatkınlık gerek cevresel faktorlerin etkisi nedeniyle aile uyelerinde herhangi bir psikiyatrik rahatsızlık olup olmadığı da araştırılmalıdır. Burada esas nokta, bireyde genetik gecişli olan/olmayan komorbid hastalık olma durumunun yanı sıra bağımlılık acısından tetikleyici unsurların saptanmasıdır. Orneğin duygudurum bozuklukları icerisinde bipolar affektif bozukluk (BAB) tanısı alan ebeveynde halihazırda bağımlılık sorunu gozlemlenmemiş olabilir; ancak kızı veya oğlu da BAB tanısı almış ise ataklar sırasında alkol/ madde kullanımı gibi riskli davranışlara eğilim artabilmektedir. Bu ornekte olduğu gibi mevcut duygudurum bozukluğunun bilinmesi ve atakların takibi; alkol/madde kullanımı vb. riskli davranışların yordanabilmesi acısından fayda sağlayabilir.

Kalıtım/Çevre

Ceşitli hastalıkların etiyolojik acıdan ele alınmasıyla değinilmek istenen asıl mesele, bağımlılık kavramında da benzer şekilde neden-sonuc ilişkisinin ortaya koyulmasıdır. Psikiyatrik hastalığa sahip bireyin icinde bulunduğu durumu acıklayan bilgiler ve sorunu bugunku haline getiren tetikleyiciler nedensellik cercevesinde değerlendirilmektedir. Mevcut hastalığın gelişmesinde cevresel etmenlerin ve genetik yatkınlığın literaturdeki sıklığı da goz onunde bulundurulduğunda, tedavi formulasyonu oluştururken aile oykusune, soy gecmişe ve mumkunse aileden edinilecek bilgilere ihtiyac duyulmaktadır. Buradan hareketle bireyle yapılan anamnez goruşmesi sırasında, ailede bağımlılık gecmişi veya yatkınlığı olan bireylerin olup olmaması yuksek risk etmeni kabul edileceğinden, birinci ve ikinci dereceden akrabaların ozellikle alkol/madde kullanımı sorgulanmalıdır.

Williams (1996) alkol kullanım bozukluğu olan bireylerde genetik gecişi olan bir enzim bozukluğu olduğunu bildirmiştir. Alkol sorunu yaşayan bireylerin ailelerinde alkol kullanım bozukluğunun gorulmesi coğunlukla alkol sorunu yaşamayan topluma gore 5 kat daha fazladır. Alkol kullanımında genetik gecişin ozellikle erkek alkol bağımlılarında belirgin olduğu gozlemlenmektedir

Benzer şekilde klinik deneyimler, bağımlı bireyin yakın akrabalarında da guncel veya gecmiş donemde bağımlılık turlerinden birine yatkınlık olabildiğini gostermektedir. Cevresel etmenler icerisinde ise; aile ortamı, arkadaş cevresi, bireyin yetiştiği kultur ve yaşadığı yerleşim yeri dikkate alınması gereken noktalardır. Ergenlik doneminde arkadaş cevresinin riskli davranışlara eğilimi belirlediği, ozellikle madde kullanımı başlangıcında etkili olduğu bilinmektedir

Bağımlılık davranışlarından herhangi birinin sergilendiği aile ortamında buyuyen bireyde benzer davranışların geliştiği gorulmektedir. Bu duruma paralel olarak bireyin yaşadığı yer ve icinde bulunduğu toplum yapısının soz konusu sorunlu davranışı normalleştirmesi de risk oluşturmaktadır. Madde kullanım davranışlarının olumlu karşılandığı ortamlarda bulunan bireylerde, madde kullanım alışkanlıklarıyla daha sık karşılaşılmaktadır.

Bağlanma Stilleri

Birey ilk sosyal ilişkilerini kendisine bakım veren kişilerle kurmaktadır. Bu etkileşim esnasında yetiştiği ortamın bireyin tutum, davranış ve kişiliği uzerindeki etkisinin değerlendirilmesi onerilir. Bolwlby’nin bağlanma kuramına gore, birey yaşamın ilk aylarından itibaren kendisine bakım veren kişi ile (coğunlukla anne) kurduğu ilişki bicimini ve deneyimlerini sonraki ilişkilerinde de surdurme eğilimindedir. Yaşamın ilk gunlerinden itibaren var olan guven arayışını, bakım verenin varlığı ve yokluğu uzerinden değerlendirmeye calışmaktadır. Orneğin; bebeğin oral ihtiyacları anne tarafından sureğen şekilde karşılanmadığında, annenin tutumlarından kaynaklı olarak kendisini karmaşık dunyadan koruyacak birinin varlığından emin olamadığında guvensiz bağlanma stillerine sahip olabilir. Bu durumun olağan bir uzantısı olarak birey, yetersiz guven ilişkisi uzerinden tanımladığı dunyaya kaygı ile yaklaşabilir ve sıkıntıyla baş etmekte zorlandığı, sorun cozme becerilerini geliştiremediği durumlarda sorunlardan kacış yontemi olarak bağımlılık yapabilecek nesnelere/davranışlara eğilimi artabilir.

Aile İçi Etkileşimler

Aileler bireyin davranış sorunlarıyla mucadele ederken, gorulen davranış değişikliklerinin bağımlılık nedeniyle olduklarını fark ettiklerinde veya oğrendiklerinde duygusal acıdan yıkıcı bir surec başlamaktadır. Bağımlılığın hangi aşamasında oğrenildiği ve oğrendikten sonra nasıl tepki verildiği, aile icindeki ilişkilerin yordanması ve tutumların anlaşılmasında klinisyene fikir vermektedir. Sınır koyamayan bir aile, bireye odul sistemi sunarak sorunlu davranışın sonmesini bekleyebilir; doyurucu ilişkilere sahip olmayan başka bir aile ise bireydeki davranış değişikliklerini fark etmeyebilir veya bilimin dışında kalan alternatif yontemler ile cozum arayışına girebilir.

Benzer orneklerden hareketle aile ici etkileşimlerin, ailenin sorunlu davranışa karşı tutumu ve bağımlılığa ilişkin sıkıntılar ortaya cıktıktan sonra bireye yaklaşım bicimi tedavi surecinin seyrini etkilediğini soylemek mumkundur. Bu etki klinisyen, hasta ve aile arasında iş birliğinin sağlanması yoluyla hem sosyal desteğin karşılanması hem de gerekli durumlarda sınırları tanımlama ve sınırların ihlali durumunda da yaptırımların uygulanması noktasında olumlu olarak değerlendirilirken; yeterli bilgiye sahip olmadan mudahale edilmesi, aile icinde rollerin karışması, aşırı kuralcı/kalıplayıcı veya verici tutumların sergilenmesi gibi durumlarda ise olumsuz ve yıkıcı olabilmektedir. Diğer yandan aile icinde sureğen catışmaların yaşanması guncel sorunlara sağlıklı yaklaşılmasının
onune gecebilmektedir. Bağımlılık tedavisinde ic motivasyonun yanı sıra dış kaynaklar ile sağlanacak motivasyona da ihtiyac duyulmaktadır. Bireyin istek ataklarıyla başa cıkma cabaları ve hayatını yeniden yapılandırma girişimleri koklu bir değişim başlattığı icin zaman zaman uyum sağlamakta zorlanması beklendik bir durumdur. Bu zorlanmalar sırasında kayma adı verdiğimiz yeniden kullanımı onlemek adına aileden alınacak destek bağımlılık tedavisinde değerlidir.

Yeterli sosyal desteği alamayan bireyde, yalnız başına kalma veya motivasyon kaybıyla beraber surdurme aşamasında klinik kontrollerin birey tarafından sıklıkla aksatıldığını gozlemlemekteyiz. Ote yandan aile ici catışmaların, iletişim hatalarının da sorunlu davranışın bir tetikleyicisi olabileceği; kimi danışanların sorunlardan uzaklaşma yontemi olarak bağımlı olduğu nesneye yoneldiğini de dikkate almak ve risk etmeni olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu gibi durumların onune gecebilmek amacıyla; aileyle calışırken hali hazırda catışma alanları var ise oncelikle bu alanlar saptanarak giderilmeye calışılmalı ve hedeflenen tedavi basamakları icin hem aile hem birey iş birliğine hazırlanmalıdır. Bireyin sağlığı, yakın cevresi ve işlevselliği uzerinde yıpratıcı etkilerini yakından gozlemlediğimiz bağımlılık hastalığında aile yapısının formule edilmesi; aile bireylerinin birbirleriyle etkileşiminin, mevcut catışma alanlarının ve sorunları ele alış bicimlerinin de değerlendirilmesine olanak tanımaktadır. Bağımlılık tedavisinden olumlu sonuclar alabilmek icin ailenin surece dahil edilmesi gerektiği, alanda calışan uzmanların deneyimleriyle ve akademik calışmalarla ortaya koyulmaktadır. Hasta ve yakınından alınan bu bilgilerin bir arada değerlendirilmesi, gerekli durumlarda sosyal desteğin sağlanması gerekli durumlarda da sınır koyulması acısından tedavi surecinin bu doğrultuda yapılandırılması gerekmektedir.

Psikososyal Gelişim Öyküsü

Madde Kullanımından Önceki Kişilik Özellikleri

Madde kullanım riski yuksek olan kişilerin cocukluk doneminde ofke ve sinir problemlerine dayalı olarak davranış bozukluklarının ortaya cıktığı fark edilmekte bu tespite paralel olarak da okul doneminde tehlikeli sosyal cevre ile yoğun iletişimde bulunan ve okul başarısı duşuk olan cocukların da madde kullanımın riskinin yuksek olduğu gorulmektedir. Aslında burada goruleceği uzere ikili bir etkileşim soz konusudur. Madde kullanım riski yuksek olan kişilerin sosyal cevre ve kişilik ozellikleri bu riske gore şekillenmekte diğer yandan sosyal cevre ve kişilik ozellikleri de tek başına madde kullanım riskini arttırarak bağımlılık riskini arttırmaktadır.

BAĞIMLILIK

Madde kullanım riski altında olan kişilerin ortak ozelliklerine baktığımızda sosyal yaşam becerilerinin yeterli seviyede gelişmemiş olduğunu goruruz. En başta bu kişilerin problemlerle baş etme guclerinin duşuk olduğun goruruz. Tabi ki her bireyden karşılaştığı tum problemleri başarı ile cozmesini beklemesek de problemlerle baş etme gucu duşuk olan kişilerin hayatlarının kucuk parcalarında dahi karşılaştıkları kucuk problemleri cozemeyerek daha buyuk problemlerin karşılarına cıkmalarına sebep olmaktadırlar. Problemlerle başa cıkamayan kişilerin doğal olarak aile, okul ve sosyal cevreleri ile olan ilişkileri olumsuz yonde etkilenmektedir.

Bağımlılığın kişilik bozukluğunun altında yatan bir neden olduğu da bircok farklı araştırmada belirtilmiş olup Ebert 2003’e gore alkol ve madde bağımlılığı olanlarda psikiyatrik bozukluk gorulme sıklığının bağımlı olmayan kişilere gore 2.7 kata kadar değiştiği tespit edilmiştir. Alkol ve madde bağımlılarının problem cozme yonunde yaşadıkları mental problemler yanında genel olarak dayanıksız ve gucsuz bir kişilik yapılarının olması da madde kullanımı ihtimalini arttırmaktadır.

Sosyal İşlevsellik

Madde kullanımı bircok farklı sebebe dayalı olarak başlayabilmektedir. Merak duygusu, yaşıtlarından farklı olma cabası, aile ve sosyal cevresinde yaşadığı sorunlardan kacma, olumsuz cevre gibi sebeplere dayalı olarak maddeye başlama soz konusu olabilmekte ergenlerde ise madde kullanımının akranlarla iletişim aracı olarak kullanıldığı gorulmektedir.

Ev Koşulları

Yukarıda maddeye başlama ve devamında madde bağımlılığına sebep olan etkenler acısından bircok
farklı sebep olduğu tespiti yer almaktaydı. Tedavi surecinde tum bu etkenleri goz onunde bulundurarak hareket edilmesi ozellikle bireyin en fazla vakit gecirdiği ailesi ile cevresel faktorlerin ele alınması gerekmektedir. Matejevic, Jovanovic ve Ilıc’e gore bir ailenin işlevselliğinde aile uyeleri arasındaki ilişkinin bir butun olarak ele alınması gerektiği; sağlıklı ve olgun uyelerin gelişmesi icin gerekli olan muhtemel entelektuel ve yaratıcı gucleri ortaya cıkarabilecek koşulları oluşturan ailenin işlevsel bir aile modeli olduğu savunulmaktadır.

Aile işlevselliği bireyin ev koşulları ile ilgili tedavi surecinde kaynaklık etmesi beklenmektedir. İşlevsel aile sağlıklı bir aile olarak tanımlanabilir ve bu aile bireylerinin ilişkileri doğal yolla oluşmuş kuvvetli temellere dayanan model olarak karşımıza cıkmaktadır. Bireyler arasındaki iletişim ve problemlere karşı cozum yollarının gelişmiş olması sağlıklı bir duzenin varlığını gosterir. Ailenin karşılaşılan problemler ve tedavi surecinde cozum yollarında aktif olarak bulunması gerekmekte; danışmanın bu surecte aileye doğrudan cozum yolları sunmak yerine ailenin cozum yollarını ve uygulanacak yontemleri kendileri bulması yolunda yonlendirmesi tedavi surecinin daha yararlı olmasını sağlayabilir.

İş Hayatı

Madde bağımlılığı risk faktorleri arasında bireyin calıştığı mesleğin ne olduğu mevcut calışma durumu, calışma şartları, gecmiş calışma hayatının onemi literaturdeki araştırmalarda belirtilmiştir. Bağımlılığın psikolojik ve biyolojik boyutları yanında sosyolojik boyutunun da varlığı gozetildiğinde bireyin sadece yakın cevresi değil icerisinde bulunduğu ve yaşamının onemli bir kısmını dolduran sosyolojik yaşamının da incelenmesi gerekmektedir. Bağımlılık surecinde ozellikle bireylerin ailesi ve
yakın cevresiyle olan iletişiminin sarsılması yanında iş hayatında da sorunların ortaya cıkması ve bunun bir sonucu olarak ekonomik sorunların baş gostermesi muhtemeldir. Ailesi ve yakın cevresiyle ilişkileri sadece madde kullanımına bağlı olarak olumsuz etkilenmemiş olan birey karşılaşacağı ekonomik olumsuzluklar nedeniyle aile ve cevresiyle de olumsuz bir iletişim surecine girecektir.

Bu kompleks sosyal iletişim yapısının madde bağımlılığının tedavi surecinde bir butun olarak el alınması olumlu sonuclar verecektir.

İkametgâh

Bireyin ikamet ettiği bolgenin maddeye ulaşabilme acısından bir arac olarak kullanılabilmesi, bireyin yaşadığı bolgede şiddete maruz kalma veya iletişim icerisinde olduğu kişilerin sosyoekonomik duzeyleri madde kullanım surecine doğrudan etki edebilecek etkenler olarak gorulmektedir.

Bunun yanında madde kullanımı ve ticaretine ilişkin yasal boşluklar, madde kullanımının kotulenmediği bir cevre yapısı da risk faktorleri icinde ele alınmaktadır. Suca karışmış, istismara uğramış, okul ve aile ilişkileri duzensiz, sokakta yaşayan veya tutukevi ve cezaevi gibi ortamlarda kalan veya sosyal etkileşimde bulunan ergenlerde madde kullanımının daha yaygın olduğu tespit edilmiştir.

Maddi Durum

Bireyin maddi durumu ile madde kullanımı arasında doğrudan kesin yargılara varılamıyorsa da bireyin oykusu alınırken maddi duruma ilişkin de bilgi alınmalıdır. Maddi durum bireyin icerisinde bulunduğu sosyoekonomik ortama dair bilgi verici niteliktedir. Madde kullanımının zararları ve riskleri acısından yeterli korumayı sağlayamayan bir toplumda; sosyal cevrenin madde kullanımını desteklemesi, sosyal cevre aracılığıyla maddeye erişebilme kolaylığı, madde kullanımı ve ticaretine ilişkin yasal boşluklar, duşuk sosyoekonomik seviye gibi farklı bircok konuya dayalı olarak madde kullanımına ilişkin riskler ortaya cıkabilmektedir.
.
Bireyin yaşadığı toplumdan gorduğu destek kadar herhangi bir uyarı ile karşılaşmaması bireyin duşunce sisteminin de sağlıklı olarak işlememesine sebep olmaktadır. Tedavi sureclerinde bireyin icerisinde bulunduğu toplumda gelenek, gorenek ile bilgi birikiminin de bir butun halinde değerlendirilmesi olumlu sonuclar verebilmektedir.

Sosyal Bağlar

Akranlar arasındaki iletişim kurma bicimlerine bağlı olarak madde kullanıma sebep olan risk faktorleri de farklılaşmaktadır. Bireyin kendisini bir arkadaş grubuna dahil hissetme cabası veya bireyin uzun suredir dahil olduğu arkadaş grubunda madde kullanımının varlığı gibi sebepler risk faktorleri olarak karşılaşılmaktadır. Sosyal izolasyon, akranlar ile sağlıklı bir arkadaşlık bağının kurulamaması, suca eğilim, disiplin sorunları gibi etmenler de ayrıca risk faktorleri olarak kabul
edilmektedir.

Okul Hayatı

Bireyin okul yaşamında yukarıda bahsedilen sosyal bağlara ve ikametgaha bağlı olan risk faktorlerinin benzeri nitelikte risklerin varlığı soz konusu olabilmektedir. Okula olan aidiyetin kaybedilmesi, eğitim hayatında başarısızlık, okul ve mufredat derslerinin madde kullanımına ilişkin gerekli eğitimi sağlayamaması, oğrenciler arasındaki iletişimin sağlanamamış olması ve bu sureclerin oğretmenler tarafından kontrol edilemiyor oluşu gibi etmenler risk faktorlerini oluşturmaktadır.

Okul bir yandan risk faktorlerini icerisinde

barındırırken koruyucu faktorler de soz konusu olabilmektedir. Okul ve mufredatın madde
kullanımından korunmaya yonelik bireye verebileceği eğitim, okulun diğer kurum ve kuruluşlarla iş birlikleri vasıtasıyla sosyal bilincin oluşturulması cabası, madde kullanımına karşı caydırıcı mueyyideleri, okul ile oğrenciler arasında aidiyet duygusunun oluşturulması yonunde caba gosterilmesi gibi etmenler de koruyucu faktorlerdir.

BAĞIMLILIK TANI VE TEDAVİ TEMEL KİTABI
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Doç. Dr. Işıl GÖĞCEGÖZ
Doç. Dr. C. Onur NOYAN
Doç. Dr. Özlem KAZAN KIZILKURT


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:07 Ekim 2021

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.