Trump’ın Duvarları Clinton’un Köprülerini Yıktı

Amerika’nın ve dünyanın başına ne geldiğini şimdiden tahmin etmek kolay değil. Ama oldukça başarılı bir imaj ve algı yönetimi süreci yaşandığına hepimiz tanıklık ettik.

Söylenen hiçbir kayda değer şey yoktu aslında. Elle tutulur, gözle görülür hiçbir proje yoktu, hiçbir gelecek vaadi, hiçbir politik strateji yoktu. Ekonomiye ilişkin hiçbir şey söylenmedi. “Yeniden Büyük Amerika” denildi ama, bu büyük Amerika’nın yol haritasına ilişkin hiçbir ipucu verilmedi. Gündelik yaşamın içerisinden alınan çatışma ve çakışma motifleri söylemin büyüleyesi alanında parlatılarak kamuoyuna dayatıldı. Sinirlerle oynandı, duygular harekete geçirildi, korkular salındı, heyecanlar yaratıldı.

İki başkan adayından biri bütün farklılıklar arasında köprüler kuracağını dile getirdi, kimse oralı olmadı, ama diğeri yüksek duvarlar öreceğini haykırdı ve tuttu belli ki.

Adaylardan hangisi Amerika ve dünya için daha hayırlı olurdu bilinmez, ama ayrımcılık kazandı. Bu çağda nasıl olur diye soruyorlar. Yüzyıllardan beridir insanlık demokrasi savaşı verirken nasıl olur da ayrımcılık hala prim yapar diye sorguluyorlar.

Yapar!

İnsanın içindeki bitmek tükenmek bilmeyen iktidar hırsı her fırsatı değerlendirir, her durumdan beslenir. Trump’ın ayrımcılığı öne çıkaran propaganda kampanyası da bu anlamda insanların iktidar hırsını, özellikle de kendilerini dünyanın sahibi olarak gören beyaz Amerikalının gururunu okşadı, iktidar hırsı ve sömürü dürtülerini harekete geçirdi yeniden.

Kadını aşağıladı,  prim yaptı.

Yapar!

Çünkü özgürlük ve insan yerine konulma anlamında yüzyıllardan beridir sürdürülmekte olan mücadelenin içerisinde olanlar insan olmanın hazzına ulaşabilmiş, belli bir entelektüel yetiye erişebilmiş çok az sayıdaki bir kadın nüfusunu oluşturmaktadır. Çoğunluk ise ne yazık ki erkeklerin kendilerine sağladığı yaşam olanaklarının rahatlığıyla erkek egemen değerler içerisinde kalmayı alışkanlık haline getirmiş, ezilme ve sömürüyü ise böylece hazza dönüştürmüş yığınlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla da Trump’ın kadını aşağılayan, cinsiyet ayrımcılığını körükleyen kampanyası yalnızca erkek seçmenin gururunu okşamadı, aynı zamanda kadın seçmenin de erkeğin mülkiyet ve egemenlik alanında bulunmaktan aldığı hazzı besledi.

Ayrıca erkeğin egemenlik alanında yaşamaya alışmış kadının kendi hemcinsinin egemenlik alanında olmayı kabul etmesi de hayli zordur. Erkek egemen değerlerin kültürel genlere işlemiş olduğu bir dünyada kadının başkanlık mertebesine ulaşmasına izin verilmesi beklenemez zaten.

İngiltere, Almanya gibi ülkelerde de kadın yöneticiler var diye soracak olanlara ise şu söylenebilir. İngiltere’de kadınlar çoğu zaman yönetim kademelerinin en tepesinde olmuştur ve şu anda da aynı durum söz konusu. Ancak bu ülkede egemenliğin önemli bir kesitinde krallığın olduğunu ve kraliyet ailesinden gelen kadının sahip olduğu gücün arkasında, aristokratik anlayışı anımsatarak söylemek gerekirse, tanrısal iradenin olduğu ileri sürülmüştür ve kabul görmüştür.  Almanya’da ise erkeksi bir kadın yöneticiden söz edilebilir. Amerika’da ise bir kadının, özellikle de kamunun önünde erkeğin egemenlik alanında ezilmiş, sömürülmüş, acılar çekmiş, dolayısıyla da güç kaybına uğramış bir kadının Amerika’nın başkanlığına getirilmesi zaten beklenemezdi.

Çatışmalarla besledi.

Trump, kampanya süresince halkın ruhsal ve duygusal dengesiyle oynayıp durdu. Skandallar yarattı, ama yıkılmadı. Irkçılık yaptı, nefretleri üzerine çekti, protestolara hedef oldu, ama çekilmedi. Hep gündemde kaldı. Reklamın iyisi kötüsü olmaz ilkesinden hareketle hep manşetlerde boy gösterdi, her durumda  ilgileri kendinde toplandı. Yıkarım, yakarım, yok ederim dedi, göz dağı verdi, korkuttu, ama  yine de kazandı. Çünkü zihinlere kazındı.

Korksalar da, sinseler de insanların içerisinde bir şiddet dürtüsü vardır. Bu nedenle de insanlar çatışmalardan beslenir, şiddetten gizliden gizliye keyif alır, kendilerine güç ve şiddet uygulayanlara gizliden gizliye hayranlık duyar, bağlılık geliştirirler.

Para, para, para!

Amerikan Başkanlık Seçimleri paranın gücünü bir kez daha ortaya koydu. Siyasi deneyimi, bilgi birikimi olup olmamasını kimse önemsemedi ve bir iş adamı Amerika’nın başına geçti. “Parayı yönettim, Amerika’yı da yönetirim” dedi, yola çıktı ve hedefe ulaştı.

Ulaşır elbet.

Çünkü Amerika’nın, kuruluş sürecinden bu yana para odaklı pragmatizmini bilmeyen yoktur herhalde. Kapitalizmin gelişmesinde merkezi rol oynayan bir ülkede asıl değerin para olması da normal karşılanmalıdır.

Para varsa, gerisi teferruattır.

 


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:10 Kasım 2016

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.