En ilginç davranış örnekleri

Kınayabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, bunlar mı örnek olacak diyebilirsiniz.. Ama hepsi yaşanmış gerçeklikler..Kınayabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, bunlar mı örnek olacak diyebilirsiniz.. Ama hepsi yaşanmış gerçeklikler.. 33333369Arada sırada, birbirlerine iyi kazıklar attığını da göreceksiniz... Einstein’tan tutun Nobel kazanmış ünlülerin bilimsel hayatlarına kaydolmuş ilginç ve eğlenceli anılardan bir demet... Bilimle uğraşanlar kendilerini mantıklı, sorumlu, nesnel ve aklı başında bireyler- kısacası, insanın doğasına aykırı canlılar olarak yansıtmaya özen gösterirler. Ancak bilimin geçmişine bir göz atacak olursak bilim insanlarının hedeflerine ulaşmak için sıklıkla sıradışı davranışlar sergilediklerine tanık oluruz. Aşağıda bilim dünyasında yaşanmış olan en alışılmadık kimi durumlara yer veriliyor. Kary Mullis Beynini LSD ile Çalıştırıyor 1980’lerin başlarında Kary Mullis ilginç, ancak son derece akıl bulandırıcı bir konuya kafa yormaktaydı- birçok hastalığın ardında yatan genetik anormallikler ortadan kaldırılabilir miydi? Mullis’e göre, bu yolda ilk adım bozuklukların onarılmasını sağlayacak DNA’nın kopyalanma becerisine sahip olmaktı. O sırada Kaliforniya’daki Cetus Corporation adlı biyoteknoloji şirketinde görevli olan Mullis çılgınca fikirleriyle tanınmasına ve bu konuda pek de ciddiye alınmamış olmasına karşın, meslektaşlarına kıyasla bir üstünlüğe sahipti: halüsinojen ilaçlar alarak beyninin farklı bir biçimde düşünmesini sağlıyordu. Mullis 1966 yılında ilk kez LSD almayı denedi. İki yıl sonra LSD kullanımı yasaklanınca, Mullis ve öğrencileri yasal olan kimi halüsinojenleri yapay yollarla üretmeyi öğrendiler. Mullis sonradan bu ilaçların birtakım görüşlerini görsel bir süreçten geçirmesine olanak tanıdığını, ilaçlar sayesinde kendisini “orada moleküllerle birlikteymiş” gibi hissettiğini ve DNA şeritlerini ayırıp kopyalaması için gerekli işlemleri görebildiğini söylüyordu. Mullis DNA’nın kopyalanmasında yararlanılan ilk yöntem olan polimeraz zincir tepkimesini 1983 yılında “kafası iyi” durumda araba kullanırken buldu. Bu buluşu ona 1993 yılında Nobel ödülünü kazandırdı. Werner Forssmann’ın Nobel Ödülüne Giden Aşk Serüveni Kalbe kol damarından bir tüp sokulması artık sıradan bir işlemden sayılıyor. Dünya çapında her yıl milyonlarca kişiye kalp kateterizasyonu uygulanıyor. Gelgelelim, 1929’da doktorlar ölümcül olabileceği korkusuyla hastalarını böyle bir işlemden geçirmeye yanaşmazlardı. Bu yüzden de o sıralar Berlin yakınlarındaki bir hastahanede görevli olan Werner Forssmann’ın işlemi kendi üzerinde denemesine bile izin verilmemişti. Ancak Forssmann “hayır” yanıtını kabul edecek biri değildi. Yapması gereken tek şey steril donanımın saklı olduğu ameliyathaneye ulaşmaktı ve anahtarın baş hemşire Gerda Ditzen’de olduğunu biliyordu. Forssmann, sonradan anlattığına göre, “sırnaşık bir kedi gibi” Ditzman’ın çevresinde dolanıp durdu. Onu akşam yemeklerine götürdü, ders kitaplarını ödünç verdi ve saatler boyu onunla ortak tutkuları olan tıp konusunda sohbetler etti. Günün birinde kalp kateterizasyonu konusundaki görüşlerini ona açtı ve Ditzman da ilk denek olmayı önerdi. Ameliyathanede oldukları bir gün Forssmann onu ameliyat masasına bağladı ve ardından- Ditzman’ın öfkeli bakışlarına karşın- kateteri kendi damarına sokup kalbine doğru itti. Bunun bir görüntüsünü almak için de hemen röntgen odasına koştu. Kendi üzerinde yaptığı çok sayıda denemeden sonra ilk kez sondayla kalp ameliyatını gerçekleştiren Forssmann 1956 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı. Einstein E=MC2 denkleminin kanıtını (yine) geçiştiriyor 1935 yılında Carnegie Teknoloji Enstitüsü’ndeki konferansa binlerce kişi katılmak istemiş, ancak yalnızca bir avuç seçkin bu olanağa sahip olabilmişti. Konferansa katılan şanslı kişilerden biri, 400 Amerikalı bilim insanının gözleri önünde evreni yeniden biçimlendiren “bilimin alçakgönüllü insanından” şiirsel bir dille söz eden, New York Times muhabiriydi. Sözünü ettiği kişi de Albert Einstein idi. Einstein E=mc2 denklemini yedinci kez kanıtlamaya kalkışmış ve öteki girişimlerinde olduğu gibi yine yanılgıya düşmüştü. İlk girişim 1905 Eylül’ünde yayımlanan ünlü Annalen der Physik adlı teziydi. Einstein’ın yanlışı, yavaş devinen kütleler için geçerli olan kuralları hızlı devinen ve ışık salımlı kütlelere uygulamış olmasıydı. Derginin editörü Max Planck yanlışı sonradan fark etmiş ve kendi tezlerinden birinde buna dikkat çekmişti. Ancak Einstein söylenenlere aldırmadı ve yanlışını sürdürdü. 1946 yılındaki son girişiminden önce başka matematikçiler zaten E=mc2 denklemi için somut kanıtlar geliştirmişlerdi. Einstein denklemin kendisine ait olmadığını belirtenlere sövüp saydı ve bu konuda “önceliğin” kendisinde olduğunu öne sürdü. Sonunda, yenilgiyi kabul etmiş gibiydi sanki. 1949’da kaleme aldığı özyaşam öyküsünde E=mc2 denklemi yokluğuyla göze çarpmaktaydı. Arthur Eddington Meslektaşının İşini, Yaşamını ve Ününü Mahvediyor Isaac Newton, “Diğer insanlardan daha ileriyi görebiliyorsam, bu devlerin omuzlarında durduğum içindir,” derken birkaçını ezip geçtiğini belirtmeyi unutmuş. Üstelik Newton bunun tek örneği de değil. Bilim dünyasının devleri el üstünde tuttukları kuramlarını baltalamaya çalışan genç zıpçıktıları genellikle ezerler. Bunların en önde gelenlerinden biri Cambridge’li barış yanlısı uzaybilimci Arthur Eddington idi. 1930 yılında fizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar belirli boyutta yıldızların öldüklerinde çökerek günümüzde bilinen adıyla kara delikleri oluşturdukları yönündeki parlak kanıtlarıyla birlikte Hindistan’dan İngiltere’ye gitti. 1935 yılında, Eddington kendisinden Londra Kıraliyet Uzaybilim Derneği’nin toplantısında bu görüşüyle ilgili bir sunum yapmasını istedi ve- İngiltere’de bilindiği adıyla- Chandra’nın sunumu hazırlaması için gerekli tüm malzemeyi sağlamak için aylarca uğraştı, konuyla ilgili olarak onu defalarca sınadı. Ne var ki, Chandra kendisinden sonra Eddington’un söz alacağını- ve kendisine gösterdiği yoğun ilginin çok da iyi niyetli olmadığını- sunuma ancak bir gün kala öğrendi. Chandra’nın konuşmasından hemen sonra söz alan Eddington,”Az önce sunulan tez baştan aşağı yanlış,” dedi ve tezin yıldızlarla ilgili bir soytarılıktan ibaret olduğunu belirtti. Oysa hiç de öyle değildi. Chandra bu çalışmasıyla 1983 yılında Nobel ödülünü kazandı. Ancak Eddington’un bu aşağılayıcı davranışı yüzünden İngiltere’yi terk ederek A.B.D’ye gitti. Orada başka disiplinlere geçerek yaşamını ikinci sınıf bir bilim adamı olarak sürdürdü. Carl Sagan Tutuklanıyor “Nükleer Kış: Çoklu nükleer patlamaların küresel sonuçları” başlıklı bir yazının, hele hele de yazı Carl Sagan imzasını taşıyorsa ve Science gibi bir dergide yayımlanıyorsa, yoğun bir ilgi çekeceğini düşünebilirsiniz. Ne var ki, yazıya pek bir tepki gelmedi ve Sagan bunun üzerine yazmaktan vazgeçip protesto eylemlerine katılmaya başladı. Sagan 1983 yılında kaleme aldığı bu yazısında nükleer bir savaşın gezegenimiz üzerinde yaşayan insanların yarısının ölümüne yol açacağından, geri kalanının da aylarca neredeyse kör karanlık bir ortamda yaşayıp açlıktan kırılacağından söz ediyordu. Mihail Gorbaçov çoktan nükleer denemeleri tek taraflı olarak durdurma kararı almış, ancak Ronald Reagan böyle bir davranıştan kaçınmıştı. Öyle olunca da, artık dünya çapında bir üne kavuşmuş olan Sagan soluğu Nevada’daki deney alanında aldı ve binlerce başka protestocunun gözleri önünde deney alanının duvarını aştı. Kendisiyle birlikte 437 protestocu daha gözaltına alındı. Bilim insanlarının savundukları görüşleri yasaları çiğneme noktasına vardırmalarına ender tanık olunur. Bunlardan biri, iklim değişimiyle ilgili protesto eylemlerine katılarak iki kez tutuklanan, NASA Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nün başkanı, iklim araştırmacısı James Hansen idi. Hansen de, tıpkı CFC’lerin yasaklanması için savaşım veren Sherwood Rowland gibi, “Öylece durup, yaşama geçirilmesini bekleyeceksek, bilimsel bir buluşa imza atmamızın ne yararı olabilir ki?” diyordu. Galile Papa’yı Dolandırıyor Einstein size “düzenbaz” diyorsa, kesinlikle öylesinizdir. Galile dünyanın güneşin çevresinde döndüğünden o denli emindi ki, doğruluğu su götürmez bir görüşün araya girmesine hazırlıklı değildi. Papa Urban VIII için özel olarak hazırladığı savunmada Galile, gelgit olaylarının dünyanın güneşin çevresinde dönüşü ile kendi çevresinde dönüşünün birleşmesi sonucunda meydana geldiğini belirtiyordu. Ne yazık ki, kendisinden otuz yıl kadar önce Johannes Kepler gelgit olaylarının ayla ilintili olduğuna dikkat çekmişti. Galile bunlara hiç kulak asmadı. Karşı çıkılması asıl güç olan durum, Galile’nin hesaplamalarının günde yalnızca tek bir gelgit olayı ile sonuçlanmasıydı. Oysa herkes iki kez olduğunu biliyordu. Galile savunmasından yine de vazgeçmedi ve “kanıtını” 1632 yılında İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog adlı kitabında yayımladı. Kitabın 1953 baskısında, kendisinden bir önsöz yazması istenen Einstein, Galile’nin bir düzenbaz olduğunu söylüyor, ama onu aynı zamanda temize de çıkartıyordu. Einstein’a göre, Galile’nin gafı bağışlanabilirdi, çünkü “yetkeye dayalı bir dogmaya karşı girişilen tutkulu savaşım sırasında” yapılmıştı. Galile bir ilke imza atmış oldu. Newton kendince açıklamalar uydurdu, Einstein da öyle. Günümüzde bilim insanlarının büyük bir bölümü de aynı şeyi yapmanın bir yolunu buluyor. 2005 yılında Nature dergisinde yayımlanan “Kötü Davranan Bilim İnsanları” başlıklı bir araştırmada, soruları yanıtlayan deneklerin üçte biri, son üç yılda bilimsel görevlerini kötüye kullandıklarını kabul ediyor. Crick ile Watson Meslektaşlarının Verilerini Çalıyor Çaresizlik insanı korkunç durumlara sürükleyebilir. Amerikalı kimyacı Linus Pauling DNA’nın yapısını gözler önüne sermenin neredeyse eşiğine gelmişti. Francis Crick ve James Watson ise ondan önce davranmak için çabalıyorlardı, ama meslektaşları Rosalind Franklin ile Maurice Wilkins’in araları açılmıştı ve kristalografik verilerin ellerine ulaşması epey gecikmişti. Bu durumda Crick burnunun dibindeki verileri çalmaktan başka ne yapabilirdi ki? Wilkins bu konuyla ilgili öfkesini dile getirdiğinde Crick ona neşelenmesini, dostlar arasında bu gibi şeylerin yaşanabileceğini ve bu hırsızlığın en azından kendi grubunda birleşik bir cephe oluşturacağını ümit ettiğini söyledi. Franklin’e vurulan darbe daha da sert oldu. 1979’da, bir yığın insan onun yeterince itibar görmediğinden yakınırken, Crick, Franklin’in “bilimsel açıdan kusursuz olma ve kestirmelerden kaçınma konusunda aşırı bir kararlılık sergilediğini” söylüyor, “Birinci sınıf bilim insanları risk alır...Gördüğüm kadarıyla Rosalind fazlasıyla sakıngan davranıyor,” diye ekliyordu. Öyle görünüyor ki, Nobel ödülüne göz dikenler aşağılıkça boğuşmak zorundalar. Ettore Majorana Kendi İntiharını Sahneliyor Bilim dünyası çok sayıda intihar olayına sahne olmuştur. Meteoroloji uzmanı Robert FitzRoy gibi, kimi bilim insanları meslektaşları tarafından kabul görmediklerinden ötürü intihar ettiler. Ludwig Boltzman gibilerinin intihar nedeni klinik depresyondu. Ne var ki, hiç bir intihar olayı herhalde Ettore Majorana’nın intiharı denli dillere destan olmamıştır. Sicilyalı parlak bir fizikçi olan Majorana, Nobel ödülü için güçlü bir aday olabilirdi. Ne var ki, 1938 yılında intiharla ilgili bir dizi yazı kaleme aldıktan sonra ortadan kayboldu. Bu olay ilk bakışta inceleme ya da sorgulamayı gerektirmeyecek bir olay gibi görünmekle birlikte, intihar notlarının aldatmaca olduğunu düşünmemizi gerektiren nedenler de var. Majorana ortadan kaybolmadan çok kısa bir süre önce banka hesabından yüklü miktarda para çekmişti. Pasaportunu da yanında taşıyordu. Öyle olunca, kimileri Majorana’nın nükleer gizleri ele geçirmek isteyen casuslar tarafından kaçırıldığını, kimileri mafyanın eline düşmüş olabileceğini öne sürüyor. Majorana’nın Güney Amerika’ya kaçtığı, ya da mağarada yaşayan ve herhangi bir sayının küp kökünü ezbere bilen “Köpek-Adam” adlı berduşa dönüştüğü yönündeki söylentiler günümüzde bile sürüyor. Kimileri de Majorana’nın sanatsal denebilecek bir amacı olduğuna, gönül verdiği kuvantum kuramına yaraşır bir gizeme damgasını vurmak istediğine dikkat çekiyor. Kuvantum dünyasında nesneler bir anda iki farklı durumda var olabilirler. Majorana’nın garip yok oluşu da bunu çağrıştırıyor: O artık Schrodinger’in kedisinin, aynı zamanda canlı ve ölü olan, somutlaştırılmış bir biçimi olsa gerek. Rita urgan, Kaynak: New Scientist, 9 Temmuz 2011 CUMHURİYET BİLİM TEKNİK EKİ

Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:16 Eylül 2011

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.