YARIM ASIRLIK BİR İŞ HAYATI

Ozan Öner Özmen -  Mehtap Koç

Kaliteli ürünleri ile yurtdışı pazarlarında kendisine yer edinerek, Denizli'nin adını dünyaya duyurmayı başaran Altınbaşak Tekstil AŞ. Yönetim Kurulu Başkanı Said Atıcı ile sohbet ettik. İşte, yarım asırı aşan iş hayatındaki tecrübeleriyle bugün pek çok başarıya imza atan Said Atıcı ile röportajımızda öne çıkan detaylar...

Sizin gibi pek çok başarıya imza atmış iş adamlarımızın nasıl bir çocukluk geçirdiği ve o yıllarda içinde bulunduğu koşullar merak edilir. Biz de öncelikle sizin ağzınızdan Said Atıcı'yı dinleyebilir miyiz?

Sizin de bildiğiniz gibi Babadağlıyız. 1930'lu yılların Babadağ'ı insana hangi şartları sunuyorsa biz de o şartlar altında büyüdük. Aslında 1937 doğumluyum, ancak askere erken gitmem için ailem yaşımı 2 yaş büyüterek 1935 doğumlu olarak nüfusa kaydımı yaptırmış. Ben de ilk doğduğum günden bugüne hayatıma 1935 doğumlu olarak devam ediyorum. Bu fark benim hayatımda çok şeyi değiştirdi. Bunlardan en önemlisi de okula erken başlamam oldu. İlkokulu bitirince iş hayatına başladım. Okul hayatım 5 yıl ile sınırlı kaldı ancak ilkokul öğretmenim sayesinde okuma hayatım hiç bitmedi. Sınıfımızın sıralarında küçük birer öğrenci olarak oturduğumuz o yıllarda öğretmenimiz bize. "Her zaman okuyun. Kendinizi geliştirin. Her daim okuyarak ufkunuzu aşmanız kendinizden çok topluma karşı bir göreviniz olmalı. Çünkü ülkenin geleceği sizlersiniz. Geleceğin subayları, öğretmenleri sizler olacaksınız" demişti. O günden itibaren he öğretmenimin sözlerini düşünüp. "Ben de bir gün subay olacağım" derdim. Bu arzu ile bende bir okuma hastalığı oluştu. O günün şartlarında okul dergilerinden polisiye romanlara kadar bulduğum her şeyi okurdum. Şimdi de bu alışkanlığımdan vazgeçmedim.

Yani, öğretmeninizin sözleri ile bir anlamda da hayatınızın rotasını değiştiren bir alışkanlık edindiniz. Peki bu kadar itimat ettiğiniz öğretmeniniz sözüyle hayalini kurduğunuz subaylıktan neden vazgeçtiniz?

Aslında tam olarak da vazgeçmiştim denilemez. Denedim. Ancak o günlerde şartlar bugünkünden çok daha ağırdı. Öncelikle aday çoktu. Adayların sayısına oranla kontenjanlar ise oldukça azdı. Okulu pekiyi derecesiyle bitirmiş olmama rağmen subaylık ve yedek subaylıkta kontenjan dışı kaldım. Şansımı denediğim subaylıktan bir sonuç alamayınca ortaokula devam etmek istedim fakat ben subay okulları kontenjanlarını değerlendirirken ortaokul kayıtlarını kaçırmışım. Okumaya çok arzulu olmama rağmen devam edemedim anlayacağınız. Bizim zamanımızda okul hayatını tamamlayanlar el becerilerine göre bir mesleğe atılır ve ustalık mertebesine gelinceye kadar çırak olarak çalışırdı. Ben de yeteneklerim ölçüsünde Babadağ'da tutulan bir meslek olan marangozlukta karar kıldım. Bir ustanın yanında çırak olarak meslek hayatıma başladım. Çıraklık dönemimde bile hedefim sadece işi öğrenmek değil. 'Daha iyisini nasıl yaparım?' oldu.

Biraz da o yılları anlatır mısınız? Henüz çocuk yaşta başladığınız bu zorlu meslekte neler yapar, günlerinizi nasıl geçirirdiniz?

Babadağ denilince o yıllarda da akla ilk gelen şey tekstildi. O zamanın imkanlarıyla bu ancak el dokuma tezgahlarda yapılıyordu. Biz de ustamızla birlikte el tezgahları imalatı yapıyorduk. Askere gidinceye kadar iş hayatım böyle devam etti. Vatani görevimi yerine getirip tekrar memleketime döndüğümde bıraktığımdan çok daha farklı bir manzara ile karşılaştım. O yıllara kadar adını bile neredeyse duymadığım bir kriz Babadağ'ı vurmuştu. Artık iş yapamaz hale gelen hemşerilerimiz de birer birer evlerini ucuza satıp yeni umutlarla Denizli'ye göç ediyorlardı. Memleketimde yaşanan bu gelişmeler karşısında mesleğimi yerine getirmem de imkansızdı. O yıllarda sürekli olarak "Ne yapsak da bu tezgahları aktif bir hale getirsek?" diye düşünmeye başladım. Bu arayışla ucuz, basit ancak sistemli tezgahlar imal etmeye karar verdik. Ancak işin içine girince karar aşamasının en kolay aşama olduğunu anladık. Zor olan başarıya ulaşmaktı. Birkaç girişimde bulunduk ancak bir türlü istediğimiz sonucu alamadık. Çok değerli bir yazarımızın "Yapılan her teşebbüs bataklığa atılan taşlar gibidir" sözünde bahsettiği gibi. bu şekilde devam edersek bir yere varamayacağımızı anladık. Biz de 'Bir olalım tek olalım' zihniyetini geride bırakarak 'Birlikten kuvvet doğar' dedik ve birkaç arkadaş ortak olarak bu yolda yürümeye karar verdik.

Yine aynı yıllara tekabül eden Altınbaşak'ın doğuşuna gelelim dilerseniz. Dünyanın dört bir yanına yaptığınız ihracatla Denizli'nin de adını duyurduğunuz bu markanın ortaya çıktığı yıllardan bahseder misiniz?

Kendi imalatımız olan rulman üzerine yaptığımız bu çok fonksiyonlu dokuma tezgahlarının piyasada tutunduğunu görünce, 'Neden biz de fason olarak kendi tezgahlarımızda kendi dokumalarımızı yapmayalım' dedim. Bu düşünceyle Altınbaşak Şirketi'nin temellerini attık. 1963 yılında krizin etkilerinin de yavaş yavaş azaldığı yıllarda faaliyete geçen şirketimiz, tıpkı önceki girişimimiz gibi, giderek büyüdü. Babadağ'da 8 tezgahla başladığımız şirket, gelen taleplere yetemez hale geldi. Biz de bu gelişmelere kayıtsız kalmayarak 'Artık büyüme zamanı' dedik ve 1986 yılında memleketteki tezgahları toplayarak Denizli'ye geldik. Kendi üretimimiz olan tezgahlarımızla Türkiye genelinden gelen bez dokumaları talebine cevap vermeye çalıştık. İlçede başlayan iş yaşantımızın sonraki durağı olan Denizli'ye geleli henüz bir yıl olmuştu ki, dünyadan bir haber kalmamak adına yurt dışında düzenlenen tekstil makineleri fuarına katıldık. Bu yolculuk üretim hacmimizin genişlemesi adına ufkumuzu açtı. Hiç aklımızda yokken fuarda gördüğümüz otomatik makinelerden almaya karar verdik. Aynı yıllarda Organize Sanayi Bölgesi'nde yer alan fabrikamızın arsasını da satın almıştık. Fuar dönüşü arsamızda fabrikamızın inşaatına başladık. 1990 yılında inşaatın tamamlanmasının ardından, fuarlarda gördüğümüz otomatik makinelerden tam 12 tane aldık. İtalya'dan aldığımız bu makineler sayesinde ürün yelpazemizi ve üretim hacmimizi genişlettik.

Şirketinizin kuruluşundan bu güne kadar geçen sürede teknolojiyi yakalamak adına pek çok girişimde bulundunuz. Bu girişimleriniz de geçtiğimiz aylarda Celal Bayar Üniversitesi'nin düzenlediği bir ödül töreniyle de taçlandırıldı. Biraz da bu ödülden bahsedebilir misiniz?

Evet. Geçtiğimiz aylarda Celal Bayar Üniversitesi bünyesinde faaliyet yürüten Genç Kalemler Kulübü '2008 Yılının En Başarılıları' adı altında 5 farklı dalda ödül töreni düzenlediler. Sağ olsunlar, bizi de ödüle layık görüp, 'En Girişimci iş Adamı Ödülü'nü verdiler. Gençler düzenledikleri törende Babadağ'lı hemşerimiz Ahmet Nazif Zorlu'yu da 'En Başarılı İş Adamı' olarak seçmişler. Ödülü almanın yanı sıra, gençlerin elinden almak benim için çok farklı bir duyguydu. Demek ki, bir şekilde kendimizi gelecek kuşaklara anlatabilmişiz.

Konu gençlere gelmişken hemen sormak istiyorum. Acaba şu an bulunduğunuz noktada olmak isteyen, iş dünyasında başarıyı yakalamayı hedef alan gençlere ne tavsiye edersiniz?

Öncelikle iş dünyasında her zaman etik davranmalarını tavsiye ediyorum. Amaçları sadece çok kazanmak olmamalı. Helalinden, insanları kandırmadan ve kaliteden ödün vermeden kazanmanın peşine düşmeliler. Amaçları sadece çok kazanmak olanların foyası bir şekilde meydana çıkıyor. Örneğin iş hayatına başladığım yıllarda Babadağ Ticaret Odası'na kayıtlıydık. Oda faaliyetlerini yürütürken. Osmanlı Dönemi'nden günümüze kadar uzanan Ahilik sistemini temel alırdı. Kaliteden ödün vermiş, bir şekilde vatandaşı kandırmaya yönelmiş esnaf ya yapılan denetimlerde yada müşterisinin şikayeti ile ortaya çıkardı. Bunun sonucunda o tüccar toplumda ayıplanır, oda tarafından da üyelikten atılmaya kadar giden bir cezai sistem uygulanırdı. Neticede bu tüccarlar vatandaş tarafından da bilinir, kimse ondan alışveriş yapmak istemezdi. Günümüzde de başarılı olmak isteyen gençlerin ahlak kültürünü temel alarak başarıya ulaşmalarını tavsiye ederim. Bu temeli attıktan sonra da; sürekli kendilerini yenileyerek, onlara öncü olabilecek kişilerin hayat hikayelerini araştırarak, içinde bulunmak istedikleri sektör fuarlarına katılarak başarı basamaklarını çıkabilirler. Bu çıkışta her zaman tedbirli olmayı da ihmal etmesinler. Gençlerimiz unutmasınlar ki. Başarı merdivenindeki basamaklardan zor çıkılır ancak çok kolay inilir.

Bundan 40 - 50 yıl önceki Oda faaliyetlerinden bahsettiniz. Peki. günümüzdeki bu tür kurum ve Odaların çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ticaret Odası. Sanayi Odası gibi odalarımız, günümüzde iş dünyasının çeşitli sıkıntılara çözüm yolları arayan, sorunların ortadan kalkması için girişimlerde bulunan, sektörel birlikteliği sağlayan kuruluşlarımızdır. Bu anlamda bizler için olmazsa olmaz derecesinde önemlidirler. İş dünyasının yoğun rekabet ortamında ayrı ayrı sıkıntılarımızı dile getirebilmemizin imkanı yok. Bu noktada devreye giren odalarımız hem sözcümüz hem de hak koyucumuz durumundadır. Yine Odalarımız tarafından zaman zaman yapılan kampanyalar sayesinde de piyasalarda hareketlilik sağlanıyor. Örneğin, geçtiğimiz aylarda Denizli Ticaret Odası'nın hayata geçirdiği 'Denizli'de Alışverişin Tam Zamanı' isimli kampanya ile kentimizde küresel krizin etkileriyle durgunlaşan alış­veriş sektörü hareketlendi. Zamanı ve şekli ile oldukça [yerinde bir kampanyaydı. Hem vatandaşı hem de üreticiyi sevindiren bu ve bunun gibi çalışmalarından dolayı Başkan Necdet Özer önderliğindeki Denizli Ticaret Odası'nı utlarım. İş dünyasının DTO gibi faaliyette bulunan Oda ve kurumlarımıza ihtiyacı var.

Onlarca yılın getirdiği bir iş tecrübesiyle dünya çağınca büyük başarılara imza atmış bir iş adamısınız. Peki son olarak günümüzde yaşanan ekonomik gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günümüz piyasalarının güllük gülistanlık olduğu elbette söylenemez. Ancak bunun tek nedenini bütün dünya ülkelerini etkileyen krize bağlamak yanlış olur. Şu an yaşadığımız en büyük tehlike insanlarımızın birbirine moral bozucu şeyler anlatmasıdır. Bilinçli yada bilinçsiz olarak yapılan spekülasyonlar, hem bizi hem de ülke çapındaki piyasa döngüsünü olumsuz etkiliyor. Karamsar düşünceler içerisindeki bir insan ne yatırım yapar ne de para harcar. 'Bu yatırımı yaparsam yada bu ihtiyacımı satın alırsam ileride zor durumda kalabilirim' yaklaşımıyla, parasını harcamama eğilimi gösterir. Bu kez üretimden alışverişe kadar bütün sektörlerde aksamalar meydana gelir. Zincirleme olarak etkilerini yansıtan bu tür spekülasyonlardan uzak durmalıyız. Çünkü, ümitsizlik teşebbüs gayretimizi engeller. Azmimizi yitirmememiz için çevremizde olup biteni iyi değerlendirmeli, duyduğumuz asılsız sözlere itimat etmemeliyiz. Bunun yanı sıra tica­retimizdeki en büyük tehdit olan Çin ve benzeri mallara karşın yerli malı kullanarak savaşmalıyız. Her şeyden önce kendi topraklarımızda imal edilen ürünlere güvenmeliyiz. Bizde üretileni satın alıp, 'bizde istihdam' ve 'bizde kazanç' sağlamalıyız.


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:21 Temmuz 2009

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.