Kim Doğru Söylüyor?
Radikal Gazetesi yazarı Eyüp Can Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ'ı köşesine taşıdı.

Radikal Gazetesi yazarı Eyüp Can, Radikal Gazetesi’ndeki köşesinde NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ’ın beyin üzerine görüşlerine yer verdi.Eyüp Can’ın 18 Nisan Çarşamba günkü Radikal Gazetesi’ndeki köşesi şu şekilde. Dün bu köşede yayımladığım intikam tartışmasına bambaşka bir açıdan, bir beyin testinden bakmaya ne dersiniz? Prof. Oğuz Tanrıdağ’dan ilginç bir mektup aldım. Tanrıdağ, Türkiye’nin önde gelen nöroloji uzmanlarından. Dün bu köşede yayımladığım ‘intikam tartışmasına’ bambaşka bir açıdan bakmış. Meseleyi ‘iki muhafazakârın intikam meselesine iki farklı bakış açısından’ çıkarıp beyin araştırmaları açısından incelemiş. İskender Pala ile Mümtaz’er Türköne’nin 28 Şubat Soruşturması’na dair söylediklerini bir çeşit ‘beyin testinden’ geçirmiş. Fonksiyonel MR cihazıyla yapılan testlerden hareketle “Kim doğru söylüyor, hangisi gerçekten beyninden geçenleri aktarıyor” sorusuna odaklanmış. Sonuç şaşırtıcı. Bugün yorum yapmak yerine sizi bu ilginç mektupla baş başa bırakıyorum.
*** Sayın Can; Ben şu intikam tartışmasına aslında hiç de beklenmeyecek ancak çok da gerekli bir taraftan, nörobilim, kısacası beyin araştırmaları tarafından bir bakmak istiyorum. İskender Pala’nın söyleşisini okuduğumda açıkçası iki açıdan rahatsız oldum. Bunları bir şekilde kendisiyle paylaşmak istememe rağmen bugünkü yazınızın başka uçta bir örneği gündeme getirmesi nedeniyle bu irdelemeyi sizin vasıtanızla yapmaya karar verdim. Zaten benim işim kişilerle değil kendi alanımın bu işlerle ilgili ne söyledikleriyle ilgili. Sayın Pala’yla başlayayım. Birincisi, düşünme yöntemi aşırı kategorik laflardan dolayı güven vermedi ve o söylediği şeye gerçekten inanmaktan çok kendini inandırmaya çalışıyor gibi geldi. Dahası, her sosyo-kültürel grup içinde rastlanabilecek bireysel farklılıkları yok sayması ve bu gruplardan biri olan muhafazakârlar arasında yaşanan travmatik olaylarla ilgili düşünce ve duyguların tek yönlü oluştuğunu, oluşması gerektiğini varsayması açıkça ideolojik bir inandırma tavrı gibi geldi. İkincisi, kendisini inandırmaya çalıştığı kategorik düşünme biçimi son yıllarda fonksiyonel MR (fMR) denilen tetkikle yapılan beyin araştırmalarının sonuçları tarafından desteklenmiyor. Bu araştırmalar sırasında esas olarak, sosyal bilimler ve davranış bilimleri tarafından insanlarla ilgili yapılan kategorik sınıflandırmaların beyin reaksiyonları açısından sınaması yapılıyor. Denek, bir MR cihazına sokularak kendisine tarihsel, sosyal, hukuki, ekonomik, etik ve emosyonel önkabullerle ilgili testler veriliyor ve bu testler sırasında beyinlerinin o işlerle ilgili bölümlerinde hareketlenme (kan akışında artma gibi) olup olmadığı inceleniyor. Sonuçlar, her bireyin beyninde farklı olduğu gibi belirli sosyo-kültürel gruplara dahil insanların beyinlerinde de farklı farklı çıkıyor. Yani insanların önkabulleriyle var olduklarına inandıkları ve kendilerine kabul ettirdikleri yargılar ayrışıyor. Böylece kendisini örneğin liberal kabul eden bir kişinin aslında konservatif eğilimli olduğu ya da bunun tersi ortaya çıkıyor. Bu araştırmalar insanı dolaysız yoldan yeniden tanımlıyor gibi. Dolayısıyla her kim ki kendisiyle ya da başkalarıyla ilgili kategorizasyon yapıyor o kişi aslında başkalarının nasıl olmasını istediğinden bunu yapıyor. Örneğin, beyazlar arasında özellikle siyah renkli insanlara karşı bir önyargıları olup olmadığına dair bir sosyal test yapılıp bu insanlar fMR’a sokulduklarında beyinle ilgili sonuçlar bu insanlardan bir bölümünün doğruyu söylemediğini, siyah renkli insan fotoğrafı gören kişilerin çoğunda, bunlar ister liberal isterse konservatif isterse de komünist olsun beyinlerinde korku belleği bölgesi olan amigdal isimli çekirdekte ışıldama görülüyor. Yani insanlar kendilerinin ve başkalarının ne olduğu konusunda kendilerini sosyal önkabullerle ya da başka nedenlerle bilimde karşılığı olmayan şeylere inandırıyorlar. Aynı türden deneyler, buna karşın, Sayın Türköne’nin hissettiklerini beyinlerinde de gerçekten hissettiklerini gösteriyor. Yani bu tür güçlü duyguların daha dolaysız, dürüst ve bilimsel olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, 28 Şubat gibi dönemleri zarar görerek yaşayanlar, kendilerine ne dikte etmeye çalışırlarsa çalışsınlar her şeyden önce beyinleri ve bellekleri bunu affetmez ve karşılığında bir şey istemeleri de tamamen organik temele dayalı bir gereksinimdir, saklasınlar ya da saklamasınlar. Türköne bunu açık açık söylemiş bütün yaptığı bu. Saygılarımla. Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ. 19 Nisan Perşembe günü yazısı; BEYNİMİZDEN GEÇENLER DIŞARIDAN OKUNABİLİR Mİ? MRI ve fMR cihazları sayesinde bu son on yıldır mümkün. Ne kadar mümkün, ne kadarı yorum, ne kadarı bilim, uzun tartışma konusu. Prof. Oğuz Tanrıdağ’ın şaşırtıcı mektubunu dün biraz da bu yüzden yayımladım. Hayli ilginç tepkiler aldım. Tanrıdağ’ı ‘niyet okuması’ yapmakla suçlayan da var, ideolojik bir tartışmaya nörolojinin penceresinden katkı sağladığı için kutlayan da. Bana gelince... Ben Tanrıdağ’ın fMR cihazıyla yapılan birtakım çalışmalardan hareketle İskender Pala ile Mümtaz’er Türköne’nin intikam konusunda söylediklerini analiz ederken çok doğru bir yerden bakmasına rağmen meselenin esasını ıskaladığı görüşündeyim. Neden mi? Anlatayım... *** Özetle ne diyor Tanrıdağ... Mümtaz’er Türköne ‘intikam intikam’ derken beyninden geçenleri söylediği için doğruyu söylüyor, İskender Pala “İntikam bize yakışmaz” dediği için yani beyninden geçenleri inançlarıyla bastırdığı için dürüst değil. “Muhafazakârlarda intikam yoktur” eleştirisine aynen katılıyorum. Zaten iki muhafazakârın intikam konusuna iki farklı yaklaşımı olabileceğini gösteren yazıyı bu yüzden yazdım. Mesele ideolojiden çok kişiliklerimizle ilgili. Tam da bu yüzden Tanrıdağ ile doğruları söylemek konusunda hemfikir değilim. Eğer öyle olsa bugünlerde Emre Belözoğlu’nun statta rakibine ‘ırkçı bir sözlü saldırıda bulunup bulunmadığını’ tartışıyor olmazdık. Emre’yi disiplin kuruluna vermek yerine, “Aferin çocuğa, beyninden geçenleri dürüstçe söylemiş” diyerek ödüllendirirdik. *** Nefret, öfke ve intikam elbette insani duygular. Fakat bu duyguların insan doğasında bulunması aynı zamanda hayli ‘ilkel’ duygular oldukları gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Vicdan, ahlak, din, inanç, insanlık, uygarlık bu yüzden var. Ne yani Gandi sokaklarda oluk oluk kan akıtılırken etrafındakilere “Öfke, nefret, intikam bize yakışmaz” diye öğütlerken yalan mı söylüyordu? Yoksa pasif direnişle insanlığa başka türlüsünün de mümkün olabileceğini mi gösteriyordu? Ya da Mandela 28 yıl hapiste tutulmasına rağmen intikamcılığa inanmadığını anlatan o meşhur anti-intikamcı konuşmasını yaparken halkını ya da kendisini mi kandırıyordu? Ne dersiniz Oğuz Bey, Gandi ya da Mandela’nın sizin ‘doğruluk testinizden’ geçebilmesi için “İntikam istiyorum hem de en şiddetlisinden” demeleri mi gerekiyor? *** Canı yanan bir insanın, öfkelenmesinde, nefret ve intikam duyguları taşımasında bir sorun yok. Sorun hayli insani ama bir o kadar da ilkel duyguların esiri olmak. Tamam, kimse bu duyguları yok saymasın... Ama yok saymayalım derken kendisini ve bir sosyal grubu bu duyguların esiri haline getirmeye de çalışmasın. Maruzatım bundan ibaret... RADİKAL