Din, Müslüman ve Ruh Sağlığı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan ruh sağlığını ve beyinle ilgili düşüncelerini Müslüman Dergisinden Özlem Tefikova’ya anlattı…

Hocam, Bulgaristan okurları sizi Bulgarcaya çevrilen “Mesnevi Terapi” kitabınızla tanıdı, Başmüftülüğümüzün yayınladığı “Şiddet Karşısında İslâm” kitabında da çok değerli bir araştırmanız yayınlandı. Bu ve benzeri birçok çalışmanın yazarı Prof. Dr. Nevzat Tarhan kimdir?

1952 yılı Merzifon doğumluyum. 1975’te İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1982 yılında GATA'da psikiyatri uzmanı oldum. Klinik direktörlüğü, albaylık ve profesörlüğe geldim. 1998 yılında Memory Centers of Amerika'nın Türkiye temsilciliğini aldım. Şu anda İstanbul Üsküdar Üniversitesi’nin kurucu rektörü ve NP İstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmaktakyım. Din, psikoloji konularında çalışmalar yürütmekteyim. Rahmetli eşimin ailesi Bulgaristan göçmenidir. Bulgaristan ile uzaktan bir bağımız var yani.

Son zamanlarda insan kendini aramaya başladı yeniden. En çok satan kitaplar sıralamalarının başında hep iç huzur, evrenle bütünleşmek, Yaratıcı’ya kavuşmak konulu kitaplar var. Fakat bu eğilimlerin bazıları ilâhî dinlerden gelen bir kaynağa bağlı değil. Kendini bulmak isteyen insan için kaybolma riski var mı?

XX. yüzyıl bilgi çağıydı. XXI. yüzyıl bilgelik çağı oluyor. Söz ettiğiniz de bunun ön belirtileri. Endüstri devrimiyle insanlık kapitalizmin tüketim pazarlama sistemi etkisiyle zenginleşti. Varlıklı, refah seviyesi daha yüksek, ama daha mutlu değil. Amerika’da meşhur “Kaliforniya sendromu” var. Bunun birinci belirtisi hedonizm-zevkçilik. İkinci özellikleri ben-merkezci olmak, her şeyden önce kendini sevmektir. Üçüncü belirti olarak yalnızlık ortaya çıkıyor. Dördüncü belirti olarak da mutsuzluk geliyor ve bir müddet sonra depresif tablo ortaya çıkıyor.

Sağlam inanç için sorgulamak mı gerekir? İman nasıl sorgulanır?

Kişi mutluluğu ararken varoluşu sorgulamaya başlıyor. Ben kimim? Niçin varım? Hayatın anlamı nedir? Sonsuzluğun sonu var mı? Bu sorulara cevap ararken genellikle hiç dinleri referans yapmadan cevap arıyorlar. Tibet’e gidiyorlar, Tibet’in öğretisinde mutluluk var, ama dünyayı terk ettiriyor: tek bir kıyafet giyiyorsun, çile çekiyorsun, dağlarda yaşıyorsun, mutlu oluyorsun. Ama yoksul bir mutluluk var burada. Kur’ân ahlâkının öngördüğü mutluluk ise iki dünyada da mutlu olmak. Namazın en son duasıyla hactaki tavafın en son duası aynı. “Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhireti haseneten” - “Allah’ım, iki dünyada da güzellik isterim”. Bediuzzaman Said Nursi isimli İslâm alimi mektebi, medreseyi ve tasavvufu birleştirmiş. “Sadece fen ilimleri okuyan bir kimse mutlu olamaz, sadece din ilimleri okuyan bir kimse de taasuba düşer. İkisini de beraber okursa, iki kanatlı bir kuş gibi olur, uçabilir” diyor.

Çalışmalarınızda “inanç ve Tanrı’yı arama” geninden bahsediyorsunuz. Bununla neyi kastediyorsunuz?

Kişi inanç duygusunu yakaladığı zaman beynin bir bölgesi mutlulukla ilgili hormon salgılıyor. “İnanç geninden” bahsetmemiz bundan. Dua esnasında Budist rahiplerin beyinlerine 256 elektrot takılarak büyük bir sosyal ve biyolojik deney yapılıyor. O anda kişilik sınırlarının ortadan kalktığını ve evrenle bütünleştiğini, bütün isteklerinin, bütün ihtiyaçlarının karşılandığını hissediyor. Yani uçma duygusu gibi bir duygu, o anda beynin ön bölgesinde duygu regülasyonu yapan bölge aktif hâle geçiyor ve beyin mutlulukla ilgili kimyasallar salgılıyor. Bu, ibadetteki vecd, huşû hâlini yakalayan kişilerde de oluyor. Cezbe hâlinde ise sınırlar iyice kopuyor, vecd halinde kişi kendi kişiliğini kaybetmeden huzuru yakalıyor.

Allah “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyuruyor. İnsanın bir yaradılış sebebi var - Allah’a kulluk etmek. Kul olmak için iman ettim demek yetmiyor mu insan ruhuna? Ruhumuza nasıl iyi davranabiliriz?

İnsan doğduğu zaman boş kâğıt değil, boş bilgisayar gibidir. Ruh yapımız bakım istiyor. İnsan ruhunu geliştirmek istiyorsa, ona yatırım yapması lâzım. Bu üç türlü oluyor. Birincisi duygu yatırımı. Ruhu en çok besleyecek sevgi duygusudur. Sevgi zengini olmak, sevgi duygusunu geliştirmek... Ağacı-kuşu sevmek, çayı-kahveyi sevmek, hayatta sevecek şey aramak. Duyguları güçlendirmek, duygu dünyamızı zenginleştirmemiz gerekiyor, çünkü sevgiyi hayatında ilkesel olarak ön planda tutan kimsede güven oluşuyor. Ama sevginin nesnesini iyi seçeceksin. Sevgiyi eğer kontrol edemeyeceğin ya da gücün yetmediği şeylere yatırırsan acı çekersin. Çocuk doğar doğmaz ilk sevdiği şey kendisidir. Büyüdükçe oyuncaklarını, annesini, kardeşlerini, ailesini, daha büyüdükçe de varoluşu, yaratanı düşünür Onu sever, varoluşun anlamını yakalar.

Ruh sağlığında ikinci alan düşünce alanıdır. Burada akıl önemlidir. Duygularımız bir havuz gibidir. Hangi duyguyu nerede kullanacağımıza aklımızla karar veriyoruz. Mevlânâ kalpten akla yol açmış, bu çağ akıldan kalbe yol açıyor. Mevlânâ, “pergel gibi olun” demiş. Pergelin iki ayağı birden havada olursa uçar, ama biri yerde olup birisi özgür dolaşırsa, denge olur. İnsan gerçeklerden kopmadan duygularını dolaştırması lâzım. İki ayağı da yerde olursa, hiçbir şey yapamaz. Akılla kalp arasında denge kurabilmek önemli.

“İnsan vücüdunda bir et parçası var. O iyi olduğunda bütün vücut iyi olur, o kötü olduğunda da yine bütün vücut kötü olur. Dikkat edin, o kalptir.” buyuruyor Peygamberimiz. Bu konuda sizin yorumunuz nedir?

Kalp kelimesi Arapça “inkılâp” - “değişim”den gelir. O bir santraldir. Santral elektrik enerjisini mekanik enerjiye, mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürür. Kalp kelimesi aslında o et parçası olarak temsil edilen santraldir. İnsan, duyguların kaynağı olarak kalbi görüyor, ama ruh doğrudan kalple bağlantılı değildir, beyinle bağlantılıdır. Beyinde üretilir duygu. Ve beynin ürettiği kimyasallar kana pompalanır. Beyinden kan çıkar çıkmaz ilk gittiği yer kalp olur. Kalpte kimyasal bir karışım sanki evrensel enerji ile bağlantı kurar. Meselâ, bir şeye üzüldüğünüz zaman kalbimizde bir sıcaklık hissederiz. O kimyasal dönüşümü büyük ihtimal kalpte toplanıp dönüştüğü için yansıması kalpten oluyor. Hadis-i şerifi ben böyle yorumluyorum. Çünkü bazı insanlar ameliyatla mekanik kalbi sırtında taşıyor. Kalbi yok, peki duygusu yok mu? Var. Burada bir mecazi yönü var onun.

Bedene gıda vermeyince zayıf düşer, hastalanır. Psikolojik ve duygusal olan ihtiyaçlar karşılanmadığında da ruh sağlığı bozulur mu? Ruhun hastalanması ve iyileşmesi neye bağlıdır?

İnsanın psiko-sosyal ihtiyaçları ile ilgili Maslow’un genel kabul gören bir teorisi var. En temelde fiziksel ihtiyaçlar, ondan sonra temel güven ihtiyacı geliyor, sonra sevmek, sevilmek, beğenmek, beğenilmek gibi. En sonunda da kendini gerçekleştirme diye tanımlıyor. İnsanı biyo-psiko- sosyal model olarak gördüğün zaman bunlar yetiyor. Ama insan biyo- psiko-sosyal model değil. Ölüme açıklama getirmek gerekiyor, ölümden sonra bilinç ne oluyor buna açıklama getirmek gerekiyor. İhtiyaç piramidinin biyo-psiko-sosyalin dışında spiritüel ayağını görmek lâzım. Spiritüeli görmesi için muhakkak varoluş sorgulaması yapması, ölüme açıklama getirmesi lâzım. Onun için o ihtiyaçlar piramidinin en tepesinde spiritüel ihtiyaçlar var.

Duanın insana verdiği psikolojik rahatlamadan bahseder misiniz? Duanın teselli gücü neden kaynaklanıyor?

Dua kapı çalmadır. Duada insan var olan ihtiyaçlarını veya gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak, özellikle varoluşsal, manevî ihtiyaçları için her şeyi bilen, kontrol eden, her şeye gücü yeten bir güçten yardım arıyor. Her şeyi yolunda giden insanlar için bu dua gündemde değildir. Onun için Amerikalıların bir sözü var: “Düşen uçakta ateist olmaz.” Çünkü ölümle direk yüzleştiği zaman kişi o anda varoluşu sorguluyor ve ötelediği duygular ya da örtüp görmezden geldiği duygular ile bir anda acizliğini anlıyor.

Dua esnasında beynimizde değişiklik oluyor mu?

Klinik psikolojide yüksek lisans tezi olarak bir öğrenciye tez olarak verdik bu konuyu. Sufilerin sema esnasında beyni nasıl çalışıyor diye bir araştırma yaptık. 16 vaka sufi bulduk, onlar emar cihazına girdiler. Sufiler meditasyonu hayal ettikleri zaman beyin nasıl çalışıyor diye beyin fonksiyonunu ölçtük ve sonuçta beynin ön bölgesinde duygu regulasyonu yapan bölgenin aktif olarak çalıştığı ortaya çıktı. Duada da beynin duyguları düzenleyen bölgesi aktif hale geliyor, kişide güven duygusu oluşuyor.

Tevekkül ve teslimiyet kavramları psikolojide nasıl açıklanır? İnsan hem özgür hem de Yaratıcının varlığına teslim olmuş hissedebilir mi kendini?

Tevekkül kişinin bağlanma duygusunu tatmin ediyor psikolojide. Said Nursi “Sözler” isimli kitabında şöyle diyor: “İman tevhide, tevhid teslime, teslim tevekküle, tevekkül iki dünya saadetine götürür.” İman, tevhid nedir? Allah’ın her şeyi kontrol ettğine inanmak. İhlâs suresi de zaten tevhidi gösteriyor. İnsan teslim oluyor, ama teslim yetmiyor, tevekkül de gerekiyor. Tevekkülde Ona vekâlet veriyorsunuz, avukata vekâlet verildiği gibi. Öyle anneler var ki, çocuğuma bir şey olursa diye çocuğu uykuda iken nefesini kontrol ediyor. Çocuğun bakımıyla ilgili her şeyi yaptıktan sonra o çocuğu da seni de yaratana teslim olman lâzım.

Müslüman, hayatında madde ve mânâ arasında dengeyi nasıl sağlayabilir? ABD’li Prof. Sheldon Solomon’a göre iyi yaşamın sırrı daha fazla istemektense, daha az tüketmekte.

Bunlar tamamen bizdeki kanaat ve şükür konuları. Teşekkür etmek kişinin sahip olduklarından, küçük sıradan şeylerden mutlu olmasıdır. Mutluluk formülünde de temel prensip sıradan şeylerden mutlu olmak, dünyayı değiştirmek yerine kendini değiştirmektir. Mutluluğu iki kelimede toplayın derseniz: Sıradan şeylerle mutlu olmaktır, derim. İçtiğin çaydan, sahip olduğun bir şeyden mutlu olmak. Fazla istemektense daha az tüketmek insanın kendi kaynaklarını doğru yönetmesidir. Asıl zenginlik çoğa sahip olmak değil, az ile yetinmektir, der bizim kültürümüz.

İnsan şunu düşünüyor. İman esaslarına göre yaşayan insan aslında mutlu insandır. Kulluk bir mutlu yaşama sanatıdır diyebilir miyiz, sayın Tarhan?

Kulluğun içinde ahlâk varsa, mutlu yaşama sanatıdır. Ahlâk yoksa, biçimsel bir dindarlıksa, onda mutluluk olmuyor. Hazreti Peygamberin sözüdür: “İslâm güzel ahlâktır.” Yine Peygamberimiz diyor ki: “Kendisinden emin olunan insan iyi ahlâklıdır.” Bizim dilimizde “arkadaş” kelimesi çok önemli. Niye? Arkadaş, arkanı dönebileceğin, güvenebileceğin kişidir. Güzel ahlâkın temeli de bir müminin eminlik vasfında olmasıdır. Eminlik vasfı da iyi ahlâkla oluyor. Davranış dili ile Müslüman olmak lazım. Söz dili ile değil. Muhammed İkbal’in bir sözü vardır: “Ben Batı’ya gittim onların yaşayışı Müslümanca, fakat kendileri Müslüman değil. Doğu’ya geldim, onların adı Müslüman, yaşayışı Müslümanca değil.” İslâmiyet bu sebeple tebliğ edilen bir din değil, yaşanan bir dindir. Bir Müslüman Müslümanlığı temsil ediyor mu etmiyor mu? Tebliğ edip etmemesi önemli değil. Eğer temsil etmiyorsa, örnek olmuyorsa, yaşamıyorsa onun Müslümanlığı şekilsel bir Müslümanlıktır.

Müslüman Dergisi/Eylül 2017-Bulgaristan / Özlem Tefikova


Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:26 Eylül 2017Yayınlanma Tarihi:25 Eylül 2017

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.