Bilim kadını mesleği ile ailesi arasında sıkıştı

Bilim, kurumsal olarak cinsel ayrımcılığının en belirgin olduğu alanlardan biri. Bilim kadını mesleği ile ailesi arasında sıkıştı.

Bilim, kurumsal olarak cinsel ayrımcılığının en belirgin olduğu alanlardan biri. Bilim kadını mesleği ile ailesi arasında sıkıştı.

bilim_kadinGeçmişe göre ciddi kazanımlar elde etmelerine karşın, bilim kadınları hâlâ erkeklerden daha az kazanıyor, daha yavaş terfi ediyor, daha az araştırma bursuna layık görülüyor ve aynı nitelikteki erkeklere göre akademik çalışmalarını bırakma oranı daha yüksek. Bu eşitsizliğin kökleri, örtülü veya açık cinsel önyargılar, çocuk bakımı, aile sorumluluğu, erkeklerin yılların egemenliğini kaptırmak istememeleri gibi nedenlere uzanıyor. Uzmanlara göre son yıllarda bilim dünyasında kadın erkek arasındaki ayrımcılığın giderilmesi yönündeki çabalar neredeyse durma noktasında. Bilim kadınlarının 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü nasıl kutladıkları, geçmişi nasıl değerlendirdiklerine bağlı olarak değişir. Kadın hakları konusunda pek çok engel aşıldı, ancak bu başarılara karşın bilim dünyasında bu yönde ilerlemenin yavaşladığı, hatta durduğu söylenebilir. Bilimde de, diğer kurumlarda olduğu gibi insanı karamsarlığa sürükleyen bir cinsiyet ayrımcılığının devam etmekte olduğu görülüyor. ABD ve Avrupa’da temel bilimlerde ve mühendislik dallarında doktora derecesini tamamlayanların yarısı kadın olmakla birlikte, profesörlüğe yükselenlerin beşte biri kadın. Bu oran Türkiye’de 2010-2011 yıllarında %27 civarında. (Bknz tablo 1). Yeni kurulmuş teknoloji şirketlerinin bilimsel danışma kurullarında görev yapan kadınların sayısı %10’lar civarında. İlerleme niçin yavaşlamış, hatta durma noktasına gelmiş olabilir? Çocuk yetiştirme pek çok kadının kariyerinde ilerlemesini olumsuz etkiliyor. Ancak bu çözülmeyecek bir engel değil; kuramsal olarak politik desteklerle ile –kreşler, esnek çalışma saatleri, yerleşke içinde lojmanlar vb..- kolayca halledilebilir. Ne var ki en gelişmiş politik destek bile daha sinsi ilerleyen ikinci sorunu çözemez. Açıkça dile getirilemeyen, insanların içlerine işlemiş olan bu sorun örtülü veya açık cinsel önyargı. İronik olan, bilim kadınlarının dahi kendi hemcinslerine karşı önyargılı olması. POLİTİK SİSTEMLERİN ETKİSİ Bilim kadınlarının bilimsel başarıları, politik sistemlerden beslenir. Komünist Çin’de kadın ve erkekler bilim önünde son günlere kadar oldukça eşit konumdaydı. Çin’in son dönemlerdeki kapitalist dünyaya açılma politikaları bu dengeyi bozdu. Yurtdışında bilimsel araştırmalarını sürdüren genç erkekleri geri çağıran yönetim, bilimsel pozisyonlarda erkekler lehine bir durum yarattı. Bu da gelecekte, kadın erkek dengesini bozacak bir zemin hazırlıyor. Politik spektrumun diğer ucunda yer alan Portekiz’in 20. yüzyıl diktatörlüğü, kadın profesörler için sağlıklı bir denge yaratmıştı. Ne yazık ki bu yaklaşımın altında çarpık niyetler vardı; bu görevlerde kazançların düşük olması, düşmanca dış politikalara bağlı olarak üniversite mezunu gençlerin sömürge savaşlarına gönderilmesi gibi... Bu genç erkeklerin çoğu yurtdışında yaşamayı tercih ettikleri için akademik pozisyonları kadınlara terk etmişlerdi. Portekiz 1974 yılında demokrasiye kavuştuğu zaman, rol modelleri yerlerini korudu ve 1990’larda bilime yatırım yapmaya hız verdiklerinde kadın erkek arasındaki bu sağlıklı denge devam etti. Olgun demokrasiler bile bu kaygı verici cinsiyet ayrımcılığına ne yazık ki engel olamıyor. Pek çok meslekte olduğu gibi akademik kariyerin her basamağında erkek egemenliği kendini sağlama almış durumda. Bu, bilimsel dergilerin yazı işlerinden, araştırma fonların dağıtımından sorumlu kurumlara, akademik seçim komitelerine kadar geçerli bir olgu. Kadınlar bu alanlarda pek varlık gösteremiyor. Bu durum, bilimin erkeklere ait olduğu yönündeki bilinçaltı düşüncesini pekiştiriyor. Bu görünmez duvarın yıkılması için çeşitli yollar var ve başarılı olmak için bunların hepsi denenmeli. Ve bu denemelerden alınan sonuçlar yayımlanmalıdır ki diğerlerine de örnek olsun. DOKTORANIN DEVAMI GELMİYOR 2005 yılında Harvard Üniversitesi’nin o dönem Başkanı Larry Summers, kadınların bilimde yeterli ölçüde temsil edilemiyor olmasını, bilimsel yeteneksizliklerine bağlıyordu. Bilim dünyasında büyük tartışma yaratan bu iddiaya karşın, kadınların doktora eğitiminin gerektirdiği çalışma temposuna zorlanmadan ayak uydurduğu görülüyor. Nature dergisinden Helen Shen’in belirttiğine göre ABD’de doktora derecesini tamamlayan öğrencilerde kadın erkek sayısı eşit olmakla birlikte, doktorasını aldıktan sonra akademik çalışmalarına devam edemeyenlerin sayısı kadınlarda daha yüksek. Shen, 2006 yılında İngiltere’de kimya doktorası yapan öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmaya dayanarak, kadınların akademik çalışmalarını yarıda kesmelerinin nedenlerine açıklık getiriyor: Kadın öğrencilerin % 70’i doktora programlarının ilk yılında kariyerlerini bilimsel çalışmalarla sınırlı tutacaklarını belirtiyorlar. Üçüncü yılda, bu oran % 37’ye düşüyor. Bu arada üçüncü yıl öğrencisi olan erkeklerin % 59’u tam zamanlı araştırmacı olmak istediklerini açıklıyorlar (Kaynak: The 10 Most Surprising Sex Statistics). Bu konu iş-aile yaşamı dengesiyle ilgili. PLOS ONE dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre bilim kadınları erkek meslektaşlarından daha az sayıda çocuk sahibi oluyor. Hatta daha fazlasını isteseler bile az sayıda çocuk doğuruyorlar. American Scientist dergisinin Mart/Nisan sayısında yayımlanan bir analize göre bilim kadınlarının mesleki yol çizgisi, çocuk sahibi olmadan önce erkeklerle aynı doğrultuda seyrediyor. Fakat çocuk bakımının ve laboratuvar çalışmalarının birbiriyle çatışması, çocuk sahibi olmak isteyen kadınların, erkeklerin iki katı bir hızda akademik çalışmalarını bırakmalarına yol açıyor.

KADINLARDA BEYİN GÖÇÜ

Üniversitelerin yoğun çalışma temposuna ayak uydurmakta zorlanan kadınların özel sektörde de şansı yaver gitmiyor. ABD’de yapılan bir çalışmaya göre sanayide çalışan araştırma uzmanlarının yalnızca % 25’i kadın. Ayrıca bu kadınların yalnızca yarısı kendine iş kurma girişiminde bulunuyor. Patent alan kadınlar ise yalnızca % 40. Daha da kötüsü yeni kurulan biyoteknoloji şirketlerinin bilimsel danışma komitelerinde çalışan bilim kadını sayısı yalnızca %10.2 civarında. Kural olarak danışma kurullarında çalışacak bilim insanlarına şirket kurucuları tarafından davet gönderilir. Nature’dan Alison McCook’un düşüncesine göre erkekler “erkekler kulübü” atmosferini tercih ettikleri için kadınları bu komitelerde çalıştırmaya pek de sıcak bakmıyorlar (Kaynak: Busted! 6 Pervasive Gender Myths).

KADINLAR TERCİH EDİLMİYOR

MIT’den moleküler biyolog Nancy Hopkins’e göre kadınlara bilimsel danışma kurullarında görev verilmemesinin nedeni yalnızca davet edilmemeleri. Scripp Araştırma Enstitüsü’nden Paul Schimmel ise kurulda çalışmanın çok zaman aldığını –konferanslar, e-mail’ler, yolculuklar, okunması gereken raporlar- ve kadınların ev işlerinden zaman bulup bütün bu işleri yapamadığını söylüyor. Ne var ki araştırmalar kadınların yeterli oranda temsil edilmemesinin nedeninin zaman meselesi değil, davet edilmeme meselesi olduğunu gösteriyor. Geçen yıl MIT’den yaşam bilimleri araştırmacısı Fiona Murray, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Toby Stuart ve Maryland Üniversitesi’nden Waverly Ding’in yürüttüğü bir araştırmaya göre hem kadın hem de erkek bilim insanları, genellikle PhD derecelerini aldıktan ortalama 20 yıl sonra bu kurullarda görev alıyor. Doğal olarak o yaşlarda çocuk yetiştirme sorumluluğu bitmiş oluyor. Bu da aile yükümlülüklerinin kadını bu kurullarda görev almaktan alıkoymadığının en belirgin göstergesi. Stuart’a göre bu ayrımcılığın en önemli nedeni erkeklerdeki bilinçaltı önyargı.

HERKES ÖNYARGILI

Cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili en şaşırtıcı bulgu bu davranışın maksatlı yapılmıyor olması. Bilim insanları bir insanın bilinçaltı önyargısının derecesini ölçmek için Örtülü Çağrışım Testi denilen deneyden yararlanırlar. Kadınların bilim alanındaki konumlarını tartmak için 2009 yılında yapılan bir araştırmada “kadın” veya “erkek” sözcükleri ile “astronomi” veya “fizik” sözcükleri arasında nasıl bir çağrışım kurabildikleri soruldu. 34 ülkede yapılan araştırmada sorulara yanıt verenlerin % 70’i erkeği çağrıştıran terimleri bilimle eşleştirdi. Araştırmanın sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlandı. Stanford Üniversitesi’nden nörobiyolog Jennifer Raymond, kadınların bilimsel görevlere seçilmemesinin altında bilinçaltındaki bu önyargının yattığına inanıyor. Aslında kadınların bilime duyduğu ilgi, kültürel ortamdan da etkileniyor. 2009’da yine Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan bir başka araştırmaya göre bir ülkede kadın erkek ayırımcılığı ne kadar büyükse, kız ve erkek öğrenciler arasında matematiksel yetenek farkı da o kadar büyüktür. Bu da bu konuda biyolojinin değil, kültürün etkili olduğunu gösteriyor. 2012’de aynı dergide yayımlanan bir başka çalışma ise öğretim üyeleri arasında da kadınlara önyargı ile yaklaşıldığı gerçeğini ortaya koyuyor. Raymond bu önyargıların oluşmaması veya silinmesi için bazı önlemlerin alınabileceğini söylüyor. Örneğin herhangi bir bilimsel pozisyon için “kör” atama/seçim uygulamasına geçiş gibi... Raymond bu konuda şöyle konuşuyor: “Kadınlara başarılı olmaları için imkan tanındığı takdirde, başarılı bir bilim insanının mutlaka erkek olması yönündeki klişeler de ortadan kalkacaktır.” (The Most Destructive Human Behavior) CUMHURİYET BİLİM TEKNOLOJİ EKİ

Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:15 Mart 2013Yayınlanma Tarihi:20 Mart 2013

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.