Yeme Bozuklukları

1957 yılında “Ve Tanrı kadını Yarattı” isimli sinema filmi Bridget Bardott’u dünyaya tanıtıyordu. Bu filmde Tanrı’nın yarattığı kadın karşımıza incecik vücut hatları ve bikinisi ile çıkıyordu. 1960lı yılların başında Brian Hyland’ın söylediği "Itsy Bitsy Teenie Weenie Yellow Polka Dot Bikini" şarkısı Amerikan gençliğinin dilinden düşmemiş ve bu şarkıda vurgulanan bikini gençliğin gözdesi olmuştur. 1970lerde artık bikinin ve incecik vücutların hakimiyeti dünyanın her tarafına yayılmakta, genç kızlar zayıflama uğruna katlandıkları diyetlere sağlığa zarar verici farklı yöntemler de eklemektedirler.

 

70lerdeki bu akımlar sonrasında çok uzun yıllar öncesine dayanan yeme bozukluklarında gözle görülür bir artış yaşanmış, bu artış 1980de basımı yapılan DSMIII’e “Yeme Bozuklulukları” adlı  ayrı bir kategorinin girmesine yol açmıştır.  Yeme bozuklularınının ayrı bir kategori olarak karşımıza çıkması son 20 senede klinisyenlerin de dikkatini bu noktaya çekmektedir. Yeme bozukları iki klinik tabloyu içermektedir. Anoreksiya Nervosa ve Bulimia Nervosa

Anoreksiya Nervosa

Anoreksiya Nervosa bireyin beden imgesinin (kendi bedenini algılamasının) bozulması ve sonuçta kendisini kilolu algılaması, beslenmeyi reddetmesi, bu nedenlerle de aşırı kilo kaybına uğraması olarak tanımlanabilir. Anoreksiya’nın sözlük anlamı iştah kaybıdır. Nervosa ise sözlük anlamı olarak emosyonel (duygusal) nedenlere işaret etmektedir. Aslında hastalığın ismi kendisi ile zıtlık taşımaktadır çünkü pek çok anoreksiya hastası yemeye karşı ilgisini ve iştahını kaybetmez. Tam tersi, kendileri yememelerine rağmen iştahları açıktır ve sürekli olarak yemekle ilgilenirler: yemek tarifleri okuma, ailelerine özenle yemek hazırlama gibi. Ancak hastanın yemek yemeyi ısrarla reddetmesi sonucu gelişen kilo kaybı yaşamını tehdit edecek düzeye ulaşabilir. Ruhsal bozukluklar içinde ölümle sonuçlanabilecek nadir bozukluklardan birisidir Anoreksiya Nervosa.

Bir kişiye Anoreksiya Nervosa tanısı konması için hastada DSM-IV kriterlerinden en az dördünü karşılaması beklenir. Öncelikle, kişi normal ölçülerde kiloyu devam ettirmeyi reddeder. Bu durum şu şekilde değerlendirilir; kişinin kilosu, yaşı ve boyuna göre normal sayılan ağırlığın %85’inin de altındadır. Kilo kaybı genellikle diyetle gerçekleşir ancak beraberinde kendi kendini kusturma, laksatifler (müshiller) yada diüretikler (idrar söktürücüler) kullanma, yoğun egzersiz ve spor yapma gibi yöntemler de denenebilir. Diğer bir kriter; kişinin vücut ağırlığı düşük olduğu halde yine de kilo almaktan aşırı korkması ve bu korkunun kilo kaybını daha da arttırmasıdır. DSM-IV ‘de yer alan üçüncü kriter kadınlarda görülen amenoredir (adet yokluğu veya kesilmesi). Anoreksiya hastalarında ardarda en az 3 menstruel siklusun olmaması önemlidir. Dikkat edilmesi gereken son kriter ise anoreksiya hastalarının vücut ağırlıklarını, biçimini ve görünümünü algılamalarının bozulmasıdır. Bu hastalar; aşırı sıska oldukları durumlarda dahi kilolu olduklarında ısrar edebilirler veya bazı vücut bölgelerinin görünümleri ile ilgili şikayetleri olabilir(karınları, bacakları, kalçalarının kalın olduğundan yakınma gibi). Şiddetli kilo kaybı görüldüğü durumlarda bile herhangi bir problem yaşadıklarını yadsıyabilirler. Vücut ölçülerini kontrol etmek üzere sürekli tartılırlar, bölgesel ölçümlerini alırlar veya aynada kendilerini seyreder ve eleştirirler. Bu bireylerin benlik algısı tamamen vücutlarının görünümü ile bağlantılıdır.

DSM-IV Anoreksiya Nervosa’yı iki alt tipe ayırmaktadır. Kısıtlı tipte kişi yeme düzenine kısıtlamalar getirmektedir. Tıkanırcasına yeme/çıkartma tipinde ise kişi dönemler halinde tıkanırcasına yeme ve sonrasında çıkartma veya laksatifler kullanma gibi davranışlar göstermektedir. Tıkanırcasına yeme/çıkartma alt tipinin daha patolojik boyutlara ulaşabildiği gözlenmiştir. Örneğin bu alt tipe uyan hastalarda kişilik bozuklukları, dürtü kontrol problemleri, hırsızlık, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, sosyal içe çekilme ve intihar girişimi daha sık görülebilmektedir.

Anoreksiya genellikle ilk veya orta ergenlik döneminde, çoğunlukla bir diyet dönemini takiben ve yoğun bir stres sonrası (anne-baba ayrılıkları vs. ) ortaya çıkmaktadır. Başlangıç yaşının ortalama 17 olduğu ve 40 yaşından sonra Anoreksiya’nın görülmediği kabul edilmektedir. Anoreksiyada kadınların erkek oranı 20/1’dir. Yaygınlığı ise %1 olarak bildirilmektedir.

Anoreksiya Nervosa tanısı almış hastaların aile üyelerinde majör depresyon sıklığının genel nüfusa oranla daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bazı bulgular hastaların ailelerinde yakın fakat sorunlu ilişkilerin söz konusu olduğunu göstermektedir. Anoreksiya’nın ortaya çıkışındaki en önemli etkenin toplumun dış görünüşe verdiği önem olduğu bilinmektedir. Ergenlerde gözlenen bağımsız olma ve sosyalleşme çabaları ile aileden uzaklaşma kimilerinde beden ile aşırı ilgilenmeye yol açmaktadır. Ergen bir yandan kendini rahatsız eden düşünceler yerine kilosu ile uğraşmayı seçmekte, diğer yandan kimlik oluşturma ve birey olma sürecinde bedenini bir araç olarak kullanma çabası içine girmektedir.

Anoreksiya Nervosa’ da prognoz oldukça değişkenlik gösterebilmektedir. Bireyin hastalığı kabullenmemesi ve yardımı kabul etmemesi, hastalığın seyrini olumsuzlaştırmaktadır. Sabırlı ve düzenli tedaviler sonrasında sağlığına kavuşan hastalar görüldüğü gibi, pek çok olguda beden algısının bozulması, aşırı kilo kaybı ve sonuçtaki komplikasyonlara bağlı olarak bedensel yıkım gerçekleşir ve hastalık ölümle sonuçlanabilir. Anoreksiya hastalarının bedensel yakınmalarına karışıldığında ve tedavi sonucu kilo almaya tekrar başladıklarında yoğun direnç gösterdikleri görülmektedir. Bu hastaların sosyal ilişkileri yetersizdir ve genellikle depresif duygu durumu hakimdir.

Bazı belirtileri ortak olduğu için Anoreksiya Nervosa ile Depresyon birbirlerinden ayırt edilmelidir. Depresyonda iştah kaybı görülebilmektedir ancak Anoreksiya hastası iştahını kaybetmez, o açlık duygusunu yaşamasına rağmen bunu şiddetle kontrol etme çabası içindedir. Anoreksiyanın pek çok belirtisi Somatizasyon Bozuklukluğu ile de örtüşebilmektedir (kilo kaybı, kusma gibi). Ancak Somatizasayon Bozukluğu’nda kilo kaybı aşırı değildir ve hastanın kilo alma kaygısı bulunmamaktadır. Anoreksiya hastalarının yemek yemeden kaçınma davranışları Sosyal Fobi’de de görülür ancak sosyal fobiklerin yemek yemeden korkması yalnızca sosyal ortamlar ve koşullarla sınırlıdır.

Anoreksiya Nervosa hastalarının %50’sinin aynı zamanda bir başka yeme bozukluğu olan Bulimia Nervoza özellikleri gösterdiği bilinmektedir. Aşırı yeme ve kusma gibi bu belirtiler hastalık başladıktan ortalama 1.5 yıl içinde ortaya çıkmaktadır.

Bulimia Nervosa:

Bulimia Nervoza aşırı yemek yeme ve diyet dönemlerinin iç içe olduğu bir yeme bozukluğudur. Bulimia; Yunan dilinde “öküz gibi acıkmak” deyimi karşılığında kullanılmaktadır. Bu hastalık olağan dışı miktarlarda yemek tüketimi dönemlerini izleyen bilinçli dışa atım yöntemlerini de içermektedir. Kilo alımını engellemeye yönelik kullanılan bu yöntemler genellikle; çıkartma, oruç tutma, aşırı egzersiz uygulama veya laksatif kullanımından oluşur. DSM-IV Bulimia Nervosa’da oluşan zevke yönelik yeme epizodlarını; “2 saatten daha az bir sürede pek çok insanın aynı koşullarda yiyebilecekleri miktardan daha fazla yemek tüketimi” olarak tanımlamaktadır. Zevk yemeleri tipik olarak gizlilik içinde olur; genellikle bir stres faktörü tetikleyicidir, ve olumsuz duygulanımları harekete geçirir; yalnızlık, sosyal ortamlarda yeme veya kilo alımı konusunda endişelenme gibi. Bu zevke dayalı yeme, kişi rahatsızlık verecek derecede tok olana değin devam eder. Bu süre içinde kişi yeme davranışı ve tüketilen yemeğin miktarı üzerindeki kontrolünü kaybeder Bu sürede tercih edilen yemekler genelde dondurma, çikolata, pasta gibi çabuk yenebilen ve kalorili yiyeceklerdir.

Araştırmalar göstermiştir ki bulimia olgularında hastalar, tıkanırcasına yeme epizodları sırasında 2000 ile 4000 kalori almaktadır ki bu kalori miktarı sağlıklı bir kişinin bir gün boyunca aldığı kalori miktarından daha fazladır. Hastalar genellikle tıkanırcasına yeme davranışlarından utanç duyarlar ve bunu saklama çabasındadırlar. Çoğunlukla tıkanırcasına yeme epizodları sırasında kontrolü yitirdiklerinden yakınırlar. Tıkanırcasına yeme epizodunu, pişmanlık duygusu içinde iğrenme, tiksinme, huzursuzluk, kilo alma korkusu ve dışa atım çabası izler. Bulimia hastaları dışa atımı genellikle parmak yardımı ile kusarak yaparlar. Mide bulantısı ve kusma, zamanla bulimia hastalarında irade ile gerçekleşebilmekte ve parmak, çatal vb. gibi maddelere gereksinimleri dahi kalmamaktadır. Laksatif ve diüretik kötüye kullanımı, yoğun egzersiz programı veya oruç tutma gibi diğer kiloyu koruma yöntemleri de bulimia hastalarının vücut ölçülerini koruma çabası dahilinde başvurdukları diğer yöntemlerdir. Çoğu insan zaman zaman tıkanırcasına yeme nöbetlerine girebilir. 1982 yılında yayımlanan bir araştırmaya göre üniversite öğrencilerinin %50’si arada sırada meydana gelen tıkanırcasına yeme-arınma dönemleri geçirmektedir. DSM-IV kriterlerine göre bu tür davranışlara hastalık boyutunda yaklaşmak ve Bulimia tanısı koymak ancak bu dönemlerin üç ay boyunca haftada en az iki kez gerçekleşmesi sonrasında mümkündür.

Anoreksiya Nervosa’da olduğu gibi Bulimia hastaları için de kilo alımının yarattığı kaygı oldukça yüksektir. Yine Bulimia Nervosa’da da Anoreksiya’da olduğu gibi kişinin vücudunun görünüşünü algılamasında bozulmalar meydana gelmektedir ve bu kişiler normal ağırlıkta olsalar dahi kendilerinin kilolu olduklarına inanabilmektedirler.

DSM-IV Bulimia Nervosa’yı iki alt tipe ayırmaktadır: Çıkartma olan ve çıkartma olmayan tip. Çıkartma olmayan tipe eşlik eden davranışlar; oruç tutma, aşırı egzersiz yapma veya laksatiflerin kullanımıdır. Çıkartma olan tipe oranla daha sıktır. Ayrıca bu tip hastalar tıkanırcasına yeme dönemlerini daha az yaşamakta ve hastalık şiddetinin daha hafif olduğu gözlenmektedir.

Bulimia Nervosa ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerinde başlar. Bulimia hastalarının %90’ını kadınlar oluşturur. Kadınlar arasındaki sıklığının % 1 ile 2 arasında olduğu bilinmektedir. Bulimia hastalarının öykülerine bakıldığında pek çoğunun önceleri aşırı kilolu olduğu ve hastalık semptomlarının bir diyet dönemi ile başladığı görülür. Bulimia hastalarında abartılı yeme dönemleri olduğu için, hasta kliniğe başvurduğunda zayıflamış olması beklenmemelidir, bazen normal kiloda ve hatta fazla kilolu dahi olabilirler, oysa anoreksia hastaları kliniğe her zaman aşırı zayıflamış halde başvururlar.

Bulimia hastaları Anoreksiya’da olduğu gibi yardımı reddetmezler. Aşırı yeme ve kusma epizodlarından sonra suçluluk duymalarına ve bu davranışları gizleme çabası içinde olmalarına rağmen istekle yardım ararlar. Uzun dönem takipler Bulimia teşhisi ile tedavi edilen hastaların yarısından fazlasının beş yıl içinde sağlıklarına kavuştuklarını göstermektedir. Ancak hastalığın seyri, kusma sonucu ortaya çıkan belirtilerin şiddetine de bağlanmaktadır. Uzun süren vakalarda ilişkilerde bozulma, iş yaşamında sorunlar ve kendilik değerinde azalma görülebilmekte, bu tür etmenlerin klinik açıdan ele alınmasında fayda olduğu bilinmektedir.

Bulimia Nervosa tanısı konmuş hastalarının pek çoğunun aile öyküleri incelendiğinde, sorunlu aile ilişkileri göze çarpar. Hastalar anne-babalarını “uzak ve reddedici” olarak tanımlarlar. Yeme nöbetlerinin anne ile bütünleşmeyi temsil ettiği, ancak sonrasında anneden ayrışma ve bireyselleşme çabasının dışa atım, kusma davranışları olarak kendini gösterdiği düşünülmektedir.

Bulimia hastaları Anoreksiyadan farklı olarak dışa dönük kimselerdir. Bunun yanında kızgın ve dürtüsel oldukları da gözlenmiştir. Bulimia hastalarının dürtü kontrolünde yaşadığı problemler nedeniyle pek çok sorun da beraberinde kliniğe taşınmaktadır. Madde kötüye kullanımı, emosyonel dengesizlik ve intihar girişimlerine de bu hastaların hikayelerinde sıklıkla rastlanmaktadır. İlginç bir araştırma da Bulimianın çalma alışkanlığı ile pozitif ilişkisini ortaya koymuştur. Hırsızlık alışkanlığı olan bulimia hastalarının aynı zamanda madde bağımlılığı ve diğer suçlara da yatkınlığı gözlenmiştir. Bulimia Nervosa pek çok diğer psikiyatrik hastalık ile birlikte anılmaktadır; özellikle depresyon, kişilik bozuklukları, ve anksiyete bozuklukları. İkiz denekler kullanılarak yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre Bulimia ve depresyon genetik açıdan birbirleri ile ilişkilidirler.


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:20 Nisan 2006

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.