Moda ve Kadın

İnsanın yapısında diğer hiçbir canlı da olmayan bir özellik var ki; giyinme ihtiyacı. İlk insandan bu yana örtünme, ayakkabı giyinme gibi ihtiyaçların olduğunu düşünürsek, giyinmek genetik eğilimlerimizden birisidir diyebiliriz. İşte bu sebeple insanın ilk evi, elbisesidir.

Hayvanlıktan insanlığa geçiş, elbise ile olmuştur. Elbisenin türünü belirlemede çeşitli unsurlar olmakla birlikte en önemlisi, dinî değerlerdir. Hattâ ‘kostüm’ kelimesi Fransızca’da gelenek sözcüğünün karşılığıdır. Kıyafetle kültür arasında çok yakın bağlar vardır. Kıyafetin oluşmasında toplumun arz talep dengesi önemlidir. Meselâ, şu anda dünyanın pek çok  yerinde insanlar blue-jean giymektedir. Bluejean bir kültürün sembolü gibidir ve özellikle desteklenerek, dünyanın tek kültür olmasında bir yönlendirme aracıdır. Buna karşılık kültürel kimliğini korumak isteyenler kendi değerlerine abartılı bir biçimde sarılmaktadırlar. Bu konuda kültürlerin yarıştığını söyleyebiliriz. Güçlü olan kültür diğerlerini kendine benzetmeye çalışmaktadır. Ancak yapılması gereken şey, bir kimsenin kültürünü çağın getirdiği imkânları kullanarak devam ettirmesidir. Birey ve toplum bu bağlılığı sağladığı zaman, ayakta kalabilir.

Moda, kadının bir ilgi alanına hitap eder. Seçilme ve beğenilme duygusu, onun temel psikolojik ihtiyaçlarından bir tanesidir. İşte moda bu içdürtüsel eğilime hitap eder.

Giyeceklerimizin nasıl olacağını kültürler belirliyor. Yaşadığımız dönemin hâkim moda anlayışı kadının cinsel kimliğini ön plana çıkarır biçimde tasarlanıyor. Fakat moda ile teşhirciliği ayırt etmek gerekiyor. Teşhircilik, bir hastalıktır ve kadının kişiliğine değil, dişiliğine dikkat çekmektir. Dişiliğini ön plana çıkardığı zaman, toplumda var olacağını hissettirmektir. Bu da erotizm ve kadının cinselliğinden çıkar sağlamaktır. Bu sebeple bir kadının kadınsılığıyla dikkat çekmesi onun toplumsal rolüne zarar veriyor.

Günümüzde modernleşme algısı erotizmle bir görülüyor. Moda unsuru, adeta kadının cinsel tüketim objesi gibi düşünülmesi anlamını taşıyor. Kadının bedeni üzerinden ekonomik sömürü yapılmasını modernleşme olarak algılamak doğru değildir. Otomobil reklamlarındaki hedef kitle erkekler olmasına rağmen, tanıtımda kadınlar kullanılıyor. Demek ki kadının ekonomik olarak sömürülmesi sözkonusudur. Kadın onuruna zarar veren bu davranışa, kadın hukukunu koruyan hareketlerin, izin vermemesi gerekir. Erkeklerin hizmetine sunulan kadın imajı, onaylanması mümkün olmayan bir görüntüdür. Gazetelerin ‘arka sayfa güzelleri’, toplumda kadına olan saygıyı azaltan bir unsurdur. Kadının cinsel kimliğinin kitlesel tüketime sunulması, kadın hakları açısından mutlaka tartışılmalıdır.

 

Kadındaki Beğenilme Duygusu

Antropolojik açıdan değerlendirildiğinde, insan dışındaki diğer canlılar arasında erkek olanlar daha süslüdür. Tavus kuşu yada erkek aslanlar gibi. Fakat insanlardaki gösteriş ve çekicilik, dişi yani kadın da toplanmıştır. Bedensel olarak baktığımızda kadın yumurtası olan ovuma sabittir. Binlerce sperm ovumun etrafına gelir ve birtanesi onu seçerek başarılı olur. Kadın seçen, erkek seçilen durumundadır ama; iki cins arasında bir yarış vardır. Yarışı güçlü ve hareketli olan kazanır.

Evrimsel psikoloji penceresinden bakıldığı zaman kadının sevimli, çekici ve beğenilen olması, insan neslinin devamı için gerekli bir kuraldır. Kadının, alternatifleri arasındaki en iyi adaya ulaşması ve onu elde edebilmesi, güzel özelliklerinin ortaya çıkmasıyla mümkündür. Böyle olmazsa kaliteli adayı elde edemez. Kadının kendini güzelleştirmesi ile ilgili doğal bir eğilim vardır fakat eğilimin sınırları önemlidir. Bu meylin doğurduğu ihtiyacı, uygun yerde, uygun zamanda ve uygun eş ile karşılaması gerekiyor. Ayrıca bu arzunun devamlı değişikliklerle sürdürülmesi icap ediyor. Bu durumu insan biyolojisinden örneklere benzetebiliriz. Meselâ, embriyoda ilk hücreler birbirine benzer fakat hücreler geliştikçe çeşitlilik artar. Üreme ve gelişim çoğulculuğu da beraberinde getirir. İnsan psikolojisi de böyledir. Kişi lezzet duyduğu bir şeyi hep aynı şekilde alırsa usanç hisseder. Fakat zevk duyduğu şey, farklı biçimlerde sunulduğu zaman, aynı haz devam edebilir. Moda, kişideki farklı dürtü ve ihtiyaçları gidermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Yapılması gereken şey, modaya karşı çıkmak yerine onu doğru şekilde yönlendirmek olmalıdır.

Kültürlerin yaşaması ve doğru bir biçimde yarışı, her kültürünün kendi stilist veya modelistini ortaya çıkarmasıyla oluşur. Bu aynı zamanda ülkelerin millî değerlerinin yaşamasını sağlayacaktır. Moda kadınların giyinmek, güzel görünmek gibi duygusal ihtiyaçlarına hitap ettiği için onu hayattan çıkarmamız zordur. Ancak moda, belli kalıplar içinde tutulup, iyi noktalara kanalize edildiği zaman, kişi kimliğini koruyarak özgürleşmiş olacaktır. Hem toplumun kültürel kimliğini, hem şahsî değerlerini korur, hem de özgürleşir. Bu da herkesin kendi stilistini yetiştirmesiyle olabilir. Böyle bir yaklaşım, insanın ve toplumun kendisine saygısını da ifade eder. Geleneksel değerlerin izlerini taşımayan bir giyim tarzı halkın eksiklik ve yetersizlik duygusu içine girerek, asimile olmasına sebebiyet verir. Bilhassa özgüveni zayıf kişiler daha güçlü olana benzemeye çalışarak kendi noksanını tamamlamak gayretindedir.

Burada unutulmaması gereken şey, değişim ile başkalaşım arasındaki farklılıktır. Değişim, insanın kendi kültürünü koruyarak yeni şartlara uyum sağlamasıyken, başkalaşım; kişinin öz kimliğini değiştirip, diğeri gibi olmasıdır. Tercih edilmesi gereken, başkalaşım değil değişimdir.

 

Kuşak Çatışması

Kuşak çatışması yüzyıllardır varolan bir kavramdır. Bundan binlerce yıl önce yazılan Mısır papirüslerinde bile baba oğul arasındaki kuşak çatışması ile karşılaşıyoruz. Kuşak çatışması, insanın öğrendiği doğruların, sosyolojik süreçte değişmesi ve sorgulanması sonucu ortaya çıkan bir şeydir.

Kuşak çatışmasını en az dozda yaşamak için insanın değişebilme yeteneğinin olması gerekiyor. Bu çağın en büyük özelliği zaman baskısı ve hızdır. Yüz sene önce elektrik olmadığı için hız da yoktu. Endüstri devrimiyle beraber, insanlık çok ciddi bir değişim yaşadı ki; geceleri kullanmaya başladık. Böylece insanlar kendilerine daha az, çalışmaya daha çok vakit ayırdılar.  Bunların sonucunda da toplumsal yapı değişti, stres düzeyi yükseldi ve kültür etkilendi. Değişim sürecinde yeni duruma ahenk sağlayabilenler ayakta kaldılar ve kalıyorlar. Uyum sağlayamayanlar ise, tarihin çöp sepetine atılıp gidecekler.

Bizim yaşadıklarımıza benzer bir durumu böceklerin dünyasında da görmek mümkün. Ormanlardaki böcekleri yok etmek için kullanılan zehirli ilaçlar, yeşil alanları kurutuyor. Tabiattaki denge içinde, orman zararlılarını kuşlar tüketiyor. Bir kuş yavrusu büyüyünceye kadar on beş bin civarında böcek yiyor. Bu da fazla böceklerin yok olmasını sağlıyor. Fakat kuşlar azaldığı zaman, böcekler çoğalıyor ve orman zarar görüyor. Kuşların doğal biçimde yaptığını sağlamak için kullanılan ilaçlar, içme suyuna karışarak böceklerden daha fazla zarar veriyor. Ayrıca böcekler kendilerine verilen kimyasallara karşı bir, iki nesil sonra genetik direnç kazanıyorlar ve ilaçlar artık tesir etmiyor. Böylece yetkililer ilaç dozunu yükseltiyorlar ve bir kısır döngü yaşanıyor. İşte insan içinde durum böyle. Kişi kendisine dayatılana karşı savunma ve direnç geliştiriyor. Fakat bir şey özendirilerek sunulduğunda, baskıya gerek kalmadan değişim  talebi oluşabiliyor. İnsanın elinde sunulan değerlerin sahip olduğu kültürel kimliğe ne derece uyduğunu tespit etmek için başvuracağı kültür ölçeğinin olması önemlidir. Kimliğine müdahale edilen bir çocuk dahi olsa, kültürel bilinç yerleştiğinde kendini koruyabilir. Fakat insanın varlığını tanımlayan nitelikler bütünü yoksa inandığı doğrular rahatlıkla değiştirilip bir müddet sonra özendirilen topluluğun üyesi haline getirilebilir.

 

Kadın ve Giyim Şekli

İnsanın giyim tarzı, savunduğu sosyal doğrularla yakından ilgilidir. Kadınlar, özgürleşme taleplerini kıyafetleriyle ifade ediyorlar. Kadın üniversite ortamında veya protokolün içinde giyineceği kıyafetin seçimini, kendisini konumlandırdığı nokta üzerinden yapıyor.

 Modanın şekillenmesinde toplumsal arz-talep dengesi rol oynar. Tabii bireysel tercihlere tanınan şans sayesinde… Yalnız giyimdeki çeşitliliğin tartışılıp konuşulabilir olması ‘A giyim tarzı, B giyim tarzından üstündür’ şeklinde bir dayatmayla karşılaşırsa, kadına saygısızlık edilmiş olur. Burada kadının şahsî tercihini, ‘başkasına zarar vermemek’ titizliğiyle belirlemesi gerekiyor. Özgürlüğün sınırı, karşımızdakinin haklarına duyarlı olmaktan geçer. Kadın özgürleşirken erkeğe zararı dokunursa, yaşanan özgürlük olmaz. Bu konuda şu ana kadar tartışılanlar, ortası bulunacak sürecin basamaklarıdır.

 

Kadının Modernleşmesinin ve Özgürleşmesinin Sınırları Ne Olmalı?

İnsanlığın genel mânâda özgürleşme isteği, kadının bu husustaki taleplerine yansımıştır. Üzerinde durulması gereken konu, modern kadının serbest olma arzusunun nasıl şekilleneceğidir? Toplumsal kurallar, gelenekler ve dinî değerler bu husustaki belirleyicilerdir. Bütün bunlar ortaya bir kurallar sistemi çıkarıyor.

Modernizm kadına özgürlük getirirken, bazı risk alanları da ortaya çıkardı. Kadın üzerinden politik ve ekonomik sömürü yapıldı. Cumhuriyet projesinde kadın hem önemli bir aktör hem de modernleşme çerçevesinde öncü oldu. Madem ki kadının toplumsal rolü bu kadar kuvvetlendi, iki cins arasında eşitsizlik olduğu söylemi nereden kaynaklanıyor? Bir kadın hem modern, hem dindar olmak isterse ne yapabilir? Bir insanın modern olması için dinden vazgeçmesi mi gerekir? Dinden vazgeçmeden modern olabilir mi? Kişinin seçeceği yaşam tarzına kendisi mi, kastlar mı, yoksa bir cemaat mı karar verecek? Bu sorulara cevap bulmak için kadının modernleşmedeki rolünü sosyolojik süreçler halinde değerlendirmek gerekecektir. Görünen o ki, insanlara yaşam tarzı sunulmaktadır.

Feodal yapıdaki toplumlarda insanın hangi yaşam tarzını seçeceğine, belli bir kültür grubu karar veriyordu. Kast baskısını, kadının özgürleşmesinin önünde ciddi bir engel olarak görmek mümkündür. Fakat şu anda kastların kararları yerine bireysel tercihlerini yaşayabiliyor kadın. Bu çağda dünyaya hâkim olan küreselleşmenin merkezine daha önceki dönemlerde semavî dinlerin esintisi, ondan evvel de Pagan kültürü oturmuştur. Küreselleşme dünyanın önem sırasını değiştirdi. ‘Yerkürede bir tek medeniyetin olması kaçınılmaz mı?’ tartışmasını doğurdu. Globalleşme dünyanın üçüncü dalgası olarak kabul edilirken bu dalgaya ‘yerel olmadan, küresel olunmaz’ tezi ile karşı duruluyor. Evrensel olmanın yerel kimliği koruyarak gerçekleşeceğini savunan gruplar ortaya çıktı. Bu iki görüşün tartışma alanında temel aktör kadındır. Kadının özgürleşmesi modernleşmenin en önemli dinamiği oldu. Bu sebeple, kültürel kimliğini koruyarak modernleşmek isteyen kadınlara aşırı derecede tepki gösterildi. Mutlaka bilinmelidir ki; temel modernleşme projesi kadın üzerine yerleştirilmiştir. Bu durumda dengeleri bozmamak için şu soruların tekrar sorulması gerekiyor: Kadın erkek eşitsizliği geleneklerden mi, biyolojiden mi, psikolojiden mi yoksa dinlerden mi kaynaklanıyor?


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:01 Ocak 2000

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.