Korku Kültürü ve Eğitim

Bulunduğu toplum için fikir üretip de söylemeyen ya tembel, ya bencil, yada korkaktır.” SENECA

 

“Sorma, düşünme, itaat et” Mezopotamya kültürlerinden bu güne gelen davranış kalıbı idi.

Günümüzde bu özellik meziyet değil sakınca haline geldi. İnsanlık evreler geçirdi. Kölelik dönemi, işçilik dönemi ve bu gün özgürlük dönemi.

Özgürlük döneminde çocuk bile hakkını aramak zorundadır. Nitekim 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çocuk Hakları Sözleşmesini kabul etti ve 1990’ da yürürlüğe koydu. Çocuk haklarında bu güne gelinen süreç insanlığın gelişim sürecinin önemli bir noktasıdır.

Dünyada teknolojik bir köy oldu, iletişim olağan üstü. Herkesin birbirinden haberi var. Küreselleşme kaçınılmaz bir gerçek. Fakat yeni dünya düzeni adil işlememektedir. ABD dünya nüfusunun %5’ine sahip ancak dünya enerjisinin ve üretiminin %25’ini tüketiyor. Dünya nüfusunun %20’sine sahip sanayileşmiş ülkeler bu gün kullanıma açık dünya kaynaklarının %80’ ini kullanmaktadır (Pedersen 1991).

Özgürlük Tehdit Altında mı?

Bir ülkede kaynakların yarıdan fazlası %10 luk bir grup tarafından kontrol ediliyorsa bu rahatsız adici bir tablodur.

Bir ülkede ülke %10 luk bir grup tarafından yönetiliyorsa bu suçluluk duygusu uyandıracak bir tablodur.

Aristo orta sınıfın güçlü olması ve onun siyaseti yönetmesinin ideal olduğunu söylüyordu.

Gelirin adil dağılmaması, yönetimin adil olmaması servet düşmanlığı ortaya çıkarır.

Adaletsizliğe karşı hak aramayı önlemek için zorbalık ve itaat kültürünün desteklenmesi ve egemenlerce kısa ve çabuk yol olarak görülmüştür. Ancak insanlık özgürlük sosyolojik dönemine girdi. Baskı, tehdit, korkutma ile toplumu yönetmek uzun süre etkili olmayacaktır.

Çözüm nedir?

İyi adamlar, kötü adamlar arasındaki kavga bitmeyecektir. Uzun vadeli çözüm iyi adamların çoğalmasıdır.

Orta vadeli çözüm iyi adamların organize olmayı doğruyu doğru şekilde savunmayı başarabilmeleridir.

Kendini beğenmiş kurtarıcılar beklemek itaat kültürünün bir devamıdır. Bilim sürekli gerçeği arama çabasıdır. Hak arama bilincinin oluşması gerekmektedir.

Anadolu insanı köleliğe değil özgürlüğe layıktır.

Bilinçli halkın karşı konulmaz gücü yanlışları düzeltecek tek güçtür.

Hak arama bilinci

Bir halk hakkına sahip çıkacak oranda bilinçli ise o toplumda kötü adamlar azınlıkta kalacaktır.

İslam peygamberi bir gün şöyle söylüyor: “ Zalime yardım ediniz”. Nasıl olur diyorlar. Cevap çok net “Ondaki hakkınızı alarak ona yardım ediniz”.

Gerçektende bir insan eğer hakkını aramıyorsa o kişi o hakka layık değildir.

Günümüz insanlığının ortak değeri demokrasidir. Demokrasiye inanan insanın üç özelliği vardır:

Eleştiriye açıktır

Farklı düşünceye saygılıdır

Zor yoluyla fikir değiştirmeye çalışmaz

Hakkını arama bilincine sahip insan bu özelliklerini koruyarak sürekli düşünce

üretiminde bulunacaktır.

“Eğer ben hakkımı aramazsam beni yönetenler haksızlığa devam edecekler”

diyerek demokratik yöntemlerle hakkını aramayı başaracaktır. İnsanlar haklar ve özgürlükler konusunda bilinçlenirse toplumsal gelişmenin ve çağın nimetlerinden herkes yararlanmış olur.

KATILIMCILIK SOSYAL PATLAMANIN ÇÖZÜMÜDÜR.

Otoriter yönetimlerde yönetilenler sorgulamazlar, hesap sormazlar, eleştiremezler. Bu nedenle muhalefet yoktur.

Otoritesi olan rızaya dayalı sistemde ise yönetilenler eleştirilebilir. Yanlış yapanlardan hesap sorabilir. Örgütlenerek hak arama çabasına girebilirler.

Yönetimde keyfiliği önleyecek tek yol budur.

Demokrat yönetimde bir general çıkıp “Devletin yüce menfaati söz konusu olduğunda hukuk rafa kaldırılabilir” diyemez.

Demokrat yönetimde haksızlığa uğradığını düşünen insanlar da yasadışı yollarla hakkını aramaya çalışmaz.

1996 yılında İstanbul’da yapılan HABITAT-II toplantısında dünya devletleri şu kararı aldı “Sivil Toplum Örgütleri bu tarihe kadar hükümetin katılımcısı idi bundan sonra hükümetin ortağı olacaklardır”.

Gerçekten de bugün batı ülkelerinde üç kişi bir araya gelse dernek kurarak bir amaç etrafında çalışmaktadırlar. Bu bizim kültürümüzde  de vardır. Vakıflarla sivil toplum örgütlenmesi şeklinde insanlar yönetime katılıp düşünce üretmişlerdir.

Yönetilenler olabildiğince her düzeyde iktidara ortak olduklarında keyfilik önlenecektir. Katılım ne kadar yaygın ve etkili olursa insanlar sistemi kendi eserleri gibi göreceklerdir. Eleştiriyi özeleştiri olarak düşünecekler düzeltmeye çalışacaklardır.

Sürü içgüdüsüne dikkat!

Hak ve özgürlük bilincinin karşıtı sürü içgüdüsüdür. Sürü içgüdüsüne sahip insanlar duygularını bastırırlar. Haksızlık karşısında alkole yönelirler, çocuklarını ezerler sağlıklarını bozarlar. Adi suçlar,cinayetler artar kaba kuvvete dayalı patlamalar yaşanabilir.

Sürü içgüdüsüne sahip yığınların patlaması Çin, Roma büyük yürüyüşlerini, Fransız bük devrimini doğurdu.

Patlamalar yerine boşalmaları sağlayacak modelde beş özellik gereklidir:

Sorumluluğu paylaşmak

Birlikte karar vermek

Başkasının haklarına saygı göstermek

Eleştiriye açık olmak

Düşünceleri zorla değiştirmeye çalışmamak

Bu modelin adı özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı demokrasidir. Demokrasiyi değer olarak benimsemek yetmez, yöntem olarak da benimsemek gerekir. Demokratik bir grup içinde yaşadığına inanan insan kendini güvende hissedecektir. Kendini güvende hisseden insanda beklemeyi bilecektir.

DEĞİŞİME KARŞI KORKU

Otoriter eğilimli kişiler özgürlüğü ve çoğulculuğu tehdit olarak algılarlar. Kendisini tehdit altında gören kişi korku içindedir. Korku içerisindeki kişi kimseye güvenmemeye başlar.

Diktatörlüğe Gidiş

Gerçektende korku insanları diktatörlüğe götürmeye başlar. Korkan kişi suçluları şiddetle cezalandırır. Karıncaya tüfekle ateş etme garabetini gösterirler. Her şeyi potansiyel tehdit gibi algılama eğilimindedirler. Denetimleri aşırı artırırlar, özgürlükleri kısıtlarlar. Otoriteye korunma amacı olarak bakma eğilimleri onları kötü sona daha çok yaklaştırdığının farkına varamazlar.

Marilyn French “Beyond Power” isimli kitabında (1985):

“Güç kullanımı acıya, geçici zevklere karşı bir koruyucu olarak artırılmaktadır. Fakat yaşamdaki her şey gibi güç kullanımı kısa ömürlüdür. Baskı ve zorbalık düzeni sağlamak için basit ve zaman almayan bir yöntem olarak görülür. Aslında grup uyumu için katılımı sağlamaktan, kişileri dinlemekten onları ikna etmekten ve karşılıklı etkileşimden daha pahalı ve can sıkıcıdır”.

Otoriter eğilimli kişiler güce dayalı disiplini bir yöntem olarak benimsediklerinden sıcak ve sevilen kişiler olamayacaklardır. Sevilemeyen kişiler değişime kapalı kalacaklardır. Fildişi kulede yaşar gibi topluma çıkamayacaklardır. Her değişim onlar için bir tehdittir.

Çocukları bile “Düşmanını tanı” öğretisiyle büyüten bir düşünce sistemi gerçekte bir korkaktır. Egemen konumlarını korumak için oluşturdukları kuşkuculuk paranoyasının etkisinde sağlıklı düşünememektedirler.

Tutucu kişilik özellikleri ile denenmemiş şeylere şüphe ve korku ile yaklaşacaklardır. Hep denenmişi tercih edeceklerdir.

DEMOKRASİ AİLEDEN Mİ BAŞLIYOR?

Günümüzde pek çok kişi çocuklarda ve toplumda her yanlışının nedeninin hoşgörü olduğuna bunun tek çözümünün sıkı disiplin olduğuna inanmaktadır. Anne babaların çoğu güce dayalı disipline başvururlar. Çocuklarını döven psikologlar ve öğretmenler saymakla bitmez.

Çocukları şımartmak nedir?

Bencil, düşüncesiz, istekleri bitmeyen, dur-sus anlamayan, kural tanımayan, aceleci, sabırsız çocuklar ve gençler istediklerini istedikleri zaman yapmak isterler. İzin verici anne baba tutumları bu gençleri bencil, düşüncesiz ve şımarık yapacaktır. Böyle bir çocuğun yakınları hoş görü ve disiplinsizliğe karşı tutum içine gireceklerdir.

Çocuğun ruhsal gelişiminde üç ana ölçüt vardır SEVGİ, DİSİPLİN, İLGİ.

Sevgi-ilgi fazlalığı disiplin azlığı varsa çocuk şımarık olacaktır.

Sevgi, ilgi, disiplin üçü de fazla ise çocuk anne babasının kopyası gibi olabilecek kendine güveni az, gelişime kapalı, sorgulamayan, birey olmaya ama uysal bir kişi ortaya çıkacaktır.

Sevgi, ilgi az disiplin çoksa evden kaçan, bir şeylere isyan eden, kızgın, öfkeli, kırgın, mutsuz, asi, kinci, sorumsuz bir kişi ortaya çıkacaktır. Fiziksel ceza çoksa ıslah olmaz caniler, zayıfları ezen acımasız, pişmanlık duymayan psikopatlar ortaya çıkacaktır.

Sevgi-ilgi-disiplin üçü de yoksa o çocuk zaten sokakta büyümüş gibidir. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair vicdanında bir bekçi, zihninde bir jüri oluşmadığı için, potansiyel bir suçlu, tinerci olabilecektir.

Sevgi ve disiplin var ama ilgi assa özellikle çalışan anne babanın çocuklarında görülen bir gruba ait olma eğilimleri ortaya çıkacaktır.

Demokratik Liderlik Nedir?

Demokrat olmayan liderlerin bazı mitleri vardır.

Bir şeyin olmasını istemiyorsan komisyona havale et.

Demokrasi iş ortamında yürümez.

Demokrasi aile ortamında yürümez.

Demokrasi kulağı dolaştırarak göstermek gibidir.

Fakat Hitler, Mussolini, Stalin gibi diktatörlerin çıkmasının nedenleri analiz edilirken şu noktaya gelindi. Demokrasi ideal sistem değildir ama mevcutlar içerisinde en iyisidir. Demokrasi bir araçtır amaç değildir. İyi insanların elinde olursa toplumsal barış sağlanır. Demokrasinin iyi insanların elinde olması içinde toplumda iyi adamların çoğunlukta olması gerekmektedir.

Demokrat lider ister anne baba olsun, ister politikacı, isterse patron altı ana özellikle ayırt edilir.

1- Eleştiriye açıktır

2- Birlikte karar vermeyi hedefler

3- Sorumluluğu paylaşır

4- Başkalarının hakkına  saygı duyar

5- Karşı tarafı aktif olarak dinler

6- Zor kullanarak fikir değiştirmeye çalışmaz

Özgürlük bağımsızlık duygularını fazla olduğu günümüz gençliğinde sevgi-disiplin-ilgini dengeli verilmesi yaratıcılık keşfedicilik, girişimcilik özelliklerini harekete geçirir. Karara katılan kendisinin fikrine önem verilen genç özgüven sahibi olacaktır. Fikri sorulmayan, onun adına karar verilen genç sürü içgüdüsü ile hareket edecektir. Baskı, tehdit, korkutma, sindirmeyi hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak benimsediği için yönetici konumuna geldiğinde acımasız lider ortaya çıkacaktır.

Sorun yaşadığı zaman kendini sorgulamayan, kusuru başkasında arayan toplumu suçlayan yöneticilerin çocukları hep böyledir. Kendi becerisizliklerine başkasının kusurları ile örtmeye çalışırlar.

Çocukluğunda ailede demokratik işleyiş varsa çocuk demokratik bir grup içinde yaşama tecrübesi kazandığı için hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak baskı ve şiddeti kullanmayacaktır. İkna ve inandırma yöntemiyle barışçıl sonuçlar elde edecektir.

ULUSAL GÜVENLİK  SENDROMU

Bir insan düşününüz (Düşmanını tanı, senin Türk’ten başka dostun yoktur, ülkeyi yönetenler, gaflet, dalalet, hıyanet içerisinde olabilirler) öğretileri  ile sürekli beyin yıkama yöntemleri ile eğitilmiştir.

Bu insan çocukluğunda otoriter bir aileden gelmişse. Bu ailelerde sorun çözme ve hak arama yöntemi olarak baskı, şiddet, tehdit, sindirme, korkutma, azarlama yöntemleri uygulanır.

Bu kişi demokratik bir grup içerisinde yaşama deneyimi kazanamamıştır.

Bu kişi hep emir almaya ve emir vermeye alışmıştır. Halbuki demokratik grup işleyişinde emir verilmez, fikir verilir. Kural koyulmaz, örnek olunur.

Bu kişi ülke güvenliğinde sorumlu bir makama geldiğinde doğal olarak kendi dağarcığındaki değerleri ve yöntemleri uygulayacaktır. Sevmediği hoşlanmadığı veya kendisi gibi düşünmeyen herkesi potansiyel tehlike olarak algılayacaktır.

Her şeyi mavi kuvvetler-kırmızı kuvvetler diye ayıracak sürekli düşman arayacaktır.

Böyle kişiler sürekli korku ve güven bunalımı içerisindedirler. Bu nedenle yanlış istihbarat raporları ile kolaylıkla yanıltılabilirler.

Son 5-6 yıldır bu süreç işlemiş YAŞ kararları ile üç bine yakın subay yargısız infaza maruz kalmıştır. Tasfiye yaşanmıştır. Tabiri caizse karıncaya tüfekle ateş eder gibi bir yaklaşımla kuşkuculuk paranoyası da diyebileceğimiz kaygılarla toplumun bir kısmı yeşil tehlike diye tanımlanarak potansiyel suçlu ilan edilmiştir.

Yahut kendi kültürel kimliklerini yaşamak isteyen, anasından öğrendiği dili konuşmak, yazmak isteyenler bölücülükle suçlanır hale gelmişlerdir.

Böyle insanlar dostları ile düşmanları kolayca karıştırabildikleri için büyük hatalar yaparlar. Evrensel değerleri savunanları hemen vatan hainliği ile suçlanırlar.

Kendilerini en büyük vatansever, her şeyi bilen kurtarıcı psikolojisinde gördükleri için eleştiriye açık değildirler. Diyalogdan kaçarlar.  Konuşmayı vakit kaybı gibi algılarlar. Zaten empati yetenekleri gelişmediği için dinlemezler. Dinleseler de kendi diyeceklerini düşünerek dinlerler.

Küreselleşmenin yeni dünya düzeni olduğumuz günümüzde Türkiye yerini batı değerlerinden yana koymuştur. Hak ve özgürlük esasına dayalı yeni dünya düzeninde hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak demokratik yöntemler geçerlidir.

Her türlü fikrin pazara sunulduğu doğru fikirlerin yaşayacağı yanlış fikirlerin zamanla yok olacağına inanan yeni dünya düzeninde zorba yaklaşımlar, korku ve güvensizliğe dayalı güvenlik konseptleri savunulamaz.

İnternet’i yasaklamayı ulusal güvenlik tartışması içine sokan dünyada iki devlet var. Afganistan ve Türkiye.

Bir ailede baba yetersizse anne  veya büyük oğul direksiyona geçer. Türkiye de sivil irade sorunları konuşarak çözmek için otoritesini ortaya koymalıdır. Yoksa dış dünyada Türkiye’nin imajı militarist bir yönetim olarak gözükmeye devam edecektir.

Büyük yöneticiler farklı karakterdeki insanları aynı amaç etrafında benzer hareket şekliyle çalıştırmayı başarırlar. Osmanlı ve ABD bunu başardı. Bizde başarmalıyız.

DUYGUSAL HAYATIN EĞİTİLMESİ

İnsanda iki beyin vardır. Düşünen beyin, hisseden beyin.

İnsanoğlu gezegenimizin en üstün varlığı ise bu güçlü olduğu için değil, akıllı olduğu içindir.

İnsanın beyninin kuru gerçekleri kaydeden bölümü hipokampustur. Duygusal çeşniyi kaydeden bellekte Amigdala isimli badem şeklindeki hücreler grubudur.

Korku, öfke, heyecan, depresyon, neşe, sevinç, kıskançlık, şüphecilik beyinde kimyasal olarak özellikle amigdal bölgesinin yönetimindedir. Yüz ifademizi burası belirler.

Duygusal anılar, korkular, heyecanlar beynin ilgili bölgelerinde “network” olarak kaydedilir. Beynin amigdal bölgesi çıkarıldığında duygusal körlük oluşur. Çok iyi konuşabildiği halde yakınlarına karşı sevgi, nefret, acıma hissetmez.

Beyne bir uyarı geldiğinde talanun bölgesi süzgeçten geçirir bilgileri beyin kabuğuna gönderirken bazı bilgileri doğrudan amigdale gönderir. Bu duygusal şartlanmalarla ilgilidir.

Çocukluk dönemlerinde korkutularak yetiştirilmiş insanlarda beyinlerde böyle refleksler oluşmakta sormadan, düşünmeden itaat etmek konusunda duygusal şartlanmalar meydana gelmektedir.

Kişi isterse bu beyindeki duygusal şartlanmayı değiştirebilmektedir. Beynin sağ ön bölgesi zarar görmüş kişiler empati yeteneklerini yitirmektedirler. Söylenenleri anlıyorlar ama ses tonundaki duygusal ton farklılığını ayırt edemiyorlar.

Duygusal hayat ve korkular atalarımızdan bize miras kalmıştır. Ama biz onları değiştirebilecek zihinsel ve duygusal altyapıya sahibiz. Sorma, düşünme itaat et zihinsel şartlanması yerine düşün, hesap sor, uygula, zihinsel ve duygusal şartlanmalar çağımızın doğrularıdır.


Paylaş

Görüntülenme:
Yayınlanma Tarihi:01 Ocak 2000

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.