Obsesif Yavaşlık

Bazı insanların işleri bitmek bilmez. O kadar titizdirler, ayrıntılarla o kadar çok ilgilenirler ki giyinmeleri, soyunmaları, yüzlerini yıkamaları, evden çıkmaları saatler sürebilir.OguzTan_loRes3Bazı insanların işleri bitmek bilmez. O kadar titizdirler, ayrıntılarla o kadar çok ilgilenirler ki giyinmeleri, soyunmaları, yüzlerini yıkamaları, evden çıkmaları saatler sürebilir. Birlikte yaşadıkları kişileri çıldırtırlar. Her yere genellikle geç kalırlar. İşyerinden en son çıkanlar bu kişilerdir. Devlet memuru iseler, işlerine gösterdikleri özen vatandaşı şaşırtır. İşte bu kişilerde ‘obsesif yavaşlık’ vardır deriz. Diyelim bakkala gittiniz, iki paket Tekel 2000 sigarası alacaksınız. On milyon lira verdiniz. Bakkal hemen arkasındaki raftan iki paket sigarayı indirip önünüze koyacak, paketi 2 milyon 750 bin liradan yekun borcunuzun 5 milyon 500 bin lira olduğunu hesaplayacak, kasadan 4 tane 1 milyon lira, bir de 500 bin lira geri para verecek. Bütün bu işlemler ne kadar sürer? Çoğu bakkalda iki paket sigara almanın toplam süresi saniyelerle ölçülür. Bir de ‘eli ağır’ denilen bakkallar vardır. Siz ne istediğinizi söyleyince önce şöyle bir boşluğa bakar. Büyük ihtimalle ‘İki paket Tekel 2000, iki paket Tekel 2000,’ diye siparişinizi tekrar etmekte, doğru anladığından emin olmaya çalışmaktadır. Gözleriyle dükkanındaki rafları şöyle bir tarar, sonra yavaşça arkasına dönerek sigara rafıyla yüz yüze gelir. Sigara rafının tam arkasında olduğunu bildiği halde yine de kendisinden her sigara istenişinde sigara rafını aramaktadır. Elbette sigara rafının yerini bilmektedir, dükkan yıllardır kendi öz dükkanıdır, kaldı ki bütün bakkal dükkanlarında sigaralar dükkancının hemen arkasındadır. Ama her defasında muhtemelen ‘Acaba sigaralar arkamda mı, yerini değiştirdim mi?’ sorusunu kendisine sormaktadır. Rafla yüzleştikten sonra hemen 2000 sigaralarını gördüğü halde birkaç saniye oyalanır, çünkü bütün sigaralara bakar. Camel, Marlboro, Maltepe, Samsun... 2000 sigarasına bir daha bakar, yüzünü size çevirir, sorar: ‘2000 miydi?’ ‘Evet,’ dersiniz. Yine yüzünü rafa çevirir, sonra tekrar size çevirir, yine sorar: ‘İki paket miydi?’ ‘Yine ‘Evet,’ dersiniz. Bakkal iki paket 2000’i alır, gerçekten 2000 olup olmadıklarına, gerçekten iki tane olup olmadıklarına bakar, sağdan bakar, soldan bakar, paketlerin tozlu olup olmadıklarına bakar, açılmış olup olmadıklarına bakar, tezgaha koyar. On milyon liranızı alır, güneşe tutar, bir de dükkanın fluoresan lambasına tutar, eliyle zaten gıcır gıcır olan onluğu düzeltir, kasasında onlukların bulunduğu haneye, uçları diğer onlukların arasından milim kaymayacak şekilde yerleştirir. Sesli olarak hesaplar: ‘Tanesi 2 milyon 750, iki tanesi 5 milyon 500.’ Tamam, hesap gayet düzgün, zaten adam bakkal, her gün binlerce cebir muamelesi yapıyor. Yok, hesap makinesine elini uzatır, iki paket sigarayı bir de makineyle hesaplar. Tam kasadan 4 milyon 500 bin lirayı çekip size uzatacakken, kaşını kaldırıp sorar: ‘Başka bir şey var mıydı? Siz bunu ‘Başka bir arzunuz var mıydı?’ şeklinde tercüme edebilirsiniz. Yanlış. Demek istediği şudur: ‘Benden iki paket sigara dışında bir şey aldınız mı acaba? Emin olamıyorum da!’ Dört 1 milyonluğun bir 500’lüğün kasadaki yerlerinden çıkarılıp, Atatürk resimleri üst üste gelecek şekilde sıralanıp size uzatılması da ayrı bir merasimdir tabii. Tam elinizi uzatıp paranızı alacakken eliniz boşta kalır. Çünkü bakkal para üstünün gerçekten 4 milyon 500 bin lira olup olmadığından şüphe etmiş, çevik bir hareketle renkli kağıtları çekip yeniden saymaya başlamıştır. Halkın ‘Eli ağır’ tabir ettiği bu bakkal aslında bir obsesiftir, yani takıntılıdır. Farz edelim 27 yaşında bir hanımsınız. 32 yaşında zeki, çalışkan, başarılı bir kocanız var. Eşinizin amcasının oğlunun düğününe gideceksiniz. Kadın ve düğün dendi mi ortalıkta çatlamayan sabır taşı kalmaz. Bir gecenin hazırlığı aylar öncesinden başlar. Hele düğün gününü kocanıza zehir edersiniz. Adamcağız giyinir, paklanır, pabuçlarını ayağına geçirip kapı eşiğinde sizi bekler, siz makyajınızı gözden geçirmekle meşgulsünüzdür; pabuçlarını çıkarıp salondaki kanepeye oturur, sizin işiniz biter, ayakkabılarınızı giyersiniz, kocanız ‘Arabayı getireyim,’ deyip aşağı iner, ama siz o sırada saçınızda bir kusur görmüş, komodinin önüne tekrar kurulup tarak ve fırçalarla derin bir uğraşa dalmışsınızdır. Evinizin önünde sizin yüzünüzden trafik tıkanmış, eşiniz çığırtkan kornalarla protesto edilmektedir. Naçar, arabayı çıkardığı yere geri sokmaya çalışır, ama oraya başkası park etmiştir. Kendisini trafiğin akışına bırakıp ileriki sokaklardan birine otomobili bırakır, eve döner. Siz bu esnada aynada burnunuza, kirpiklerinize, belinize tekrar tekrar bakmaktasınızdır. Kocanıza sorarsınız: ‘Sence bu elbisenin yakası fazla mı açık?’ Adam size haftalardır elbisenin yakasının fazla açık olduğunu söylemektedir, o elbiseyi giyme iznini yalvar yakar almışsınızdır. Şimdi kalkıp da bu soruyu sorunca adamcağızın sizi vurması lazımdır herhalde. Ama beklemekten öylesine bezmiştir ki, ‘Yok yok,’ der, ‘Elbisenin her tarafı muhteşem, hiçbir kusurun yok.’ Kadınların üstlerine başlarına titizlenmeleri, bilhassa özel günlerde daha bir dikkatli davranmaları normal kabul edilir. Ama bir de tam tersi durumun yaşandığı evler vardır. Kadın giyinmiş paklanmış erkeği beklemektedir. Sakal tıraşı 10 dakika, 20 dakika, hatta yarım saat süren erkekleri hepiniz görmüş, tanımışsınızdır. Tıraş tasını önce iyice yıkayıp ovalar, sonra yine yıkayıp ovalar. Suyu ısıtır, fazla sıcak bulur, biraz soğumasını bekler, fazla soğumuştur, yine ısıtır. Tıraş kremini ihtiva eden tüpü alır, şöyle bir bakar, tüpün hiçbir yerinde asimetri oluşmayacak şekilde kremi fırçanın üstüne sıkar. Fırçayı yüzünün her yerinde uzun uzun dolaştırır. Elmacık kemikleriyle boğazı arasındaki her gözeneğin derinliklerine nüfuz etmelidir krem. Sıradan bir erkeğin yüzüne tıraş kremi sürmesi saniyeler sürer. Ama bazı kişilerde bu en az üç dört dakikayı bulur. Tıraş bıçağıyla sakalların kazındığı fasıl ise bitmek bilmez. Suratın hiçbir noktasında fazla veya az sakal kalmamalıdır. Hele kana hiç tahammül yoktur. Onun için gayet yavaş hareketlerle sakalların üstünde dolaşır jilet. Favorilerin düzgün kesilmesi son derece önemlidir. Asla bir taraf uzun veya kalın olmamalıdır. Kahramanımız sakallarını başarıyla kazıdığından emin olunca yüzünü yıkar. Yıkamaz, iyice ovalar. Havluyla kurulanma en az bir iki dakikadır. Aynaya bakar, matruş simasını süzer, kafasını geriye atıp çene altını inceler, çenesini göğüs kemiğine yapıştırıp üstten nasıl göründüğünü tahmine çalışır, diliyle yanaklarının sağlı sollu dörder beşer nahiyesini şişirip kıl topaklarını külliyen bertaraf edip edemediğini tetkik eder. Ardından diş fırçalamaya geçilir. İnsana gına getirten bir merasimdir diş fırçalama. Yine tüpün simetrisinin bozulmamasına azami dikkat sarf edilerek diş macunu fırçanın üzerinde gezdirilir. 32 diş teker önden ovalanır, arkadan ovalanır, üstten ve alttan ovalanır, olmadı tekrar önden-arkadan-üstten-alttan ovalanır. Ağız köpürür, köpükler dudaklardan dışarı fırlar. Fırçanın dişlere tatbik ettiği kötü muamele, ev halkına, hatta komşulara ‘hışırt, hışırt, hışırt’ güftesinden ibaret kakafonik bir musiki dinletir. ‘Eh, artık galiba temiziz,’ deyip ağzını çalkalar, dişlerini aynaya gösterir. ‘I’ıh, olmamış.’ Diş macunu fırçaya sıkılır, dişlere yapılan eziyet bir perde daha devam eder. Bu tür kişilerin gömlek düğmelerini iliklerken, yanına bir terzi oturtsanız aynı sürede bir gömlek bir de pantolon dikebilir. Bir defa parmaklar gömleğe mümkün olduğunca az temas etmelidir. Olur ya, gömleği kirletebilir, buruşturabilir. Dirsek içlerinin buruşmaması maksadıyla kollar kazık gibi dümdüz tutularak kol düğmeleri halledilir. Sağdan mı soldan mı başlanacağı her zaman bellidir, bu sıra hiç şaşmaz. Ön taraftaki düğmelerin her biri iliklendikçe gömleği eteğinden çekiştirir ki, düğme ilikteki yerine iyice otursun. Tabii düğmenin iliğe oturup oturmadığı da hem gözler göğse yaklaştırılarak hem de bir aynanın karşısına geçilerek kontrol edilir. Tabii bu çekiştirme eylemi sırasında iliklerin yırtılmamasına, düğmelerin kırılmamasına da çok dikkat edilir. Her düğmenin kaç kat iplikle yuvasına bağlı olduğu da her defasında düşünülecek şeylerdendir. Düğme sapasağlam dikilmiş bile olsa, hep sökülüverecekmiş gibi gelir. Kravatını boynuna geçirir, düğümünün simetrik olup olmadığı, yakaya iyi oturup oturmadığı kafayı mütemadiyen kurcalar. Bu arada birkaç kravat denenebilir. Ardından saç taramaya geçilir. Bu erkek kel bile olsa, şampuan reklamına çıkacak kızlardan daha çok özen gösterir saçlarına. Her telin nasıl göründüğü ayrı ayrı kontrol edilir, neredeyse her tel ayrı ayrı taranır. Bu tür erkekler ayakkabılarını da genellikle kendileri boyarlar, çünkü boyacının becerisine güvenmezler. Boya, cila, fırça ile bir muharebedir başlar. Kan ter içinde kalır ağır kanlı kahramanımız. Sakalları uzar bu arada. Evden çıkmadan her şey en az birkaç kere kontrol edilir. Tüp kapalı mı, camlar örtülü mü, elektrikli cihazların fişleri çekilmiş mi, musluklar sıkı sıkıya çevrilmiş mi... Bu arada sehpadaki gazete oradan kaldırılıp eski gazetelerin arasına atılır, pardon atılmaz, özenle yerleştirilir, halıda rengi değiştiği o anda fark edilen iki santimetre karelik bir alan kontrol edilir, televizyonun kapatılıp kapatılmadığına tekrar bakılır, uzaktan kumanda ortada bırakılmaz, sabit bir yeri vardır, oraya konur, son olarak mutfağa girilip yine tüp kontrol edilir, derinin hasar görmemesine dehşetli bir itina göstererek ayakkabılar giyilir, tam çıkılacakken portmantonun aynasında üst dişlerin birinde sarımtrak bir nokta görülür, zaten sorlukla giyilen ayakkabılar çıkarılır, dişler bir daha fırçalanır, hanımefendinin şansı varsa kapıda 15-20 dakikalık bir beklemeden sonra çıkılır. Obsesif yavaşlığı olan bu kişilerin sabit bir takıntıları yoktur. Fazla el yıkayabilirler, ama hayatlarını el yıkamaya adamış değillerdir ağır bir takıntı hastası gibi. Kapıları bacaları fazla kontrol edebilirler, ama bu hayatlarını kabusa çevirmez. Bunların asıl problemi, bütün işlerini, hata yapmamak için son derece yavaş yapmaktır. Halkın ‘uyuşuk’, ‘mıymıntı’ gibi hakarete varan sıfatlar yakıştırdığı eli ağır kişiler, ne uyuşukturlar ne mıymıntı. Kusursuzluk peşinde koşan takıntılı insanlardır. Ama her takıntılı, ağaca bakarken ormanı gözden kaçırır, ayrıntıda boğulur, bu yüzden bir türlü kusursuzluğa erişemez.

Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:07 Haziran 2012Yayınlanma Tarihi:15 Haziran 2006

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.