Beynimizde bir ahlâk merkezi bulunuyor mu?

Proceedings of the National Academy of Sciences ‘da yayımlanan bir araştırmada, beyin uyarımı yoluyla kişinin dürüstlüğüne müdahale edilebildiği ortaya konulmuştu. Yapılan araştırmada, katılımcıların, dürüstlük tutumlarında değişiklik yapılıp yapılmayacağını görebilmek adına araştırma ekibi, beyinde bazı uyarımlar gerçekleştirdi.

Uyarım sonucunda, başlangıç ölçümünde zaman zaman hile yapan katılımcıların hile yapma sıklıklarının azaldığı gözlemlenirken, sürekli hile yapmaya başvuranların ise tutumlarında herhangi bir değişiklik gözlemlenmemişti. Bulgular, ahlâki ikilemde kalan katılımcılarda hileye başvurma sıklığının uyarımla azaltılabildiğini ancak ahlâki bir ikilemde kalmayan katılımcılarda ise herhangi bir değişiklik yaratılmadığını ortaya koymuştu. (Söz konusu araştırmanın detaylarını burada okuyabilirsiniz.)

Peki, ahlâki bir tutum olan dürüstlüğe, beyin uyarımı yoluyla müdahale edilebiliyorsa, o halde beynimizde bir ahlâk merkezi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Öncelikle, ahlâki kararlar alabilmenin, üst düzey bir bilişi gerektiren oldukça kompleks bir süreç olduğunu söylemeliyiz. Eylemlerimizin sonuçlarına dair hem kendimizi (hapishaneye girer miyim?), hem diğerlerini (benim vereceğim karar sonucu bu kişi zarar görecek mi?) hem de içerisinde bulunduğumuz toplumu (benim bu kararım toplumsal anlamda bir fayda sağlayacak mı?) düşünmek durumundayız.

İçinde bulunulan koşullara bağlı olarak; karar verme, empati, başkalarının mental seviyelerini dikkate alma (Zihin Teorisi), hafıza veya bunların herhangi bir kombinasyonunda beynimizin bazı bölgeleri devreye girer. Bu durum da, bizi; ahlâkın beyinde her yerde bulunduğu ve –belki de– hiçbir yerde bulunmadığı tartışmasına götürür.

Başlarken, bütün ahlâki kararlarımızdan sorumlu tek bir beyin bölgesinin olmadığını söyleyerek başlamalıyız. Öte yandan yalnızca bu işlem için ayrılmış belirli beyin bölgeleri de yoktur. Fakat, sinirbilimi araştırmaları; ahlâki ikilemler (dilemma) ile karşı karşıya kaldığımızda belirli beyin bölgelerinin genellikle devreye girdiğini ortaya koyuyor.

AHLÂKİ BİR DİLEMMA

Ahlâki bir ikilemin en güzel örneklerinden birisi oldukça bilindik olan “tramvay problemidir.”

Varsayımsal bir ölüm-yaşam ikilemi ile karşı karşıya kaldığınızı düşünün. Örneğin; bir tramvay rayının yanında durduğunuzu hayal edin. Uzakta, kontrolden çıkmış bir tramvayın, onun gelişini duymayan beş işçiye doğru hızla ilerlediğini görüyorsunuz. İşçiler tramvayı görse bile, raydan zamanında ayrılamayacaklar. Felaket belli belirsiz göründükçe, yere bakıyorsunuz ve raylara bağlı bir makas kolu olduğunu görüyorsunuz. Eğer makas kolunu çekerseniz, tramvayın beş masum işçinin bulunduğu raylardan ikinci bir ray takımına yönleneceğini fark ediyorsunuz. Ancak, yan taraftaki bu rayın aşağısında, iş arkadaşları kadar habersiz, yalnız bir işçi bulunuyor.

O halde makas kolunu kaldırıp, bir insanın ölümüne sebep olup, bu beş kişiyi kurtarır mıydınız? Yoksa hiçbir şey yapmamayı mı tercih ederdiniz?

Bir kişinin ölümüne sebep olup beş kişiyi kurtarmanın daha rasyonal bir karar olduğu düşüncesinden hareketle, insanlar genellikle kolu çekmeyi tercih eder.

Fakat, ahlâki kararlarda, duygular da önemli bir role sahiptir ve bu durum tramvay ikileminin farklı bir versiyonu olan “üst geçit ikileminde” kendisini gösterir.

Şimdi ise kendinizi, tramvay raylarının üstündeki bir üst geçitte duruyor olarak hayal edin. Tramvayın, beş habersiz işçiye doğru kontrolden çıkmış şekilde savrulduğunu görebiliyorsunuz, fakat bu kez tramvayın yönünü değiştirebilecek bir makas kolu bulunmuyor. Ancak, üst geçitte sizin yanınızda duran oldukça kilolu, iri cüsseli bir adam var. Bu cüssenin tramvayı durduracağından kesinlikle eminsiniz.

Bu durum da bize; duyguların, mesafenin ve olayların aktörü olmanın, ahlâki kararlar almada önemli rollere sahip olduğunu gösteriyor. Şöyle düşünün; nefret ettiğiniz birisini arada bir mesafe olacak şekilde uzaktan silahla vurmak, sevdiğiniz bir kişiyi çıplak ellerinizle ona dokunarak öldürmenizden daha kolaydır.

Ahlaki ikilemlerde kalmamızın asıl sebebi beynimizde birbiriyle çelişen iki seçeneğin aynı anda bulunmasıdır. İnsanlar, zihinlerinde birbiriyle çatışan düşünceler ve duyguları olduğu zaman bir tedirginlik ve rahatsızlık durumu hisseder.

Söz konusu bu çatışma da; bir belirsizlik ve dengesizliği oluşturur. Dolayısıyla bu çatışmayı sona erdirmek  ve zihinsel olarak rahatlamak için bizi içten içe dürten bir şeyler hissederiz. Dürtülerimiz otoriter bir tavırla ipleri elinde tutmak için bizi zorlamaya başlar. Oysa onların da diğer duygulardan farkı yoktur. Böyle bir durumda, içinde bulunduğumuz koşulları aklın süzgecinden geçirerek doğru bir seçim yapmak zor bir hâl alır. Çünkü beynimiz bu işlem için daha fazla zamana ve daha çok enerjiye ihtiyaç duyar. Sonuç olarak da çatışmayı yaratan düşüncelerden birini veya birkaçını, tutarlı ve dengeli bir zihin ortamına kavuşmak için manipüle etme yolunu seçeriz. Yani, kendi kendimizi kandırırız ve bu da bizi rahatlatır.

BİLİMFİLİ


Paylaş

Görüntülenme:
Güncellenme Tarihi:02 Haziran 2017Yayınlanma Tarihi:01 Haziran 2017

© 2024e-Psikiyatri.com, bir NPGRUP sitesidir,
e-Psikiyatri.com bir NPGRUP sitesidir. Bu sitede verilen bilgiler, site ziyaretçilerinin/hastaların hekimleriyle mevcut ilişkilerini ikame etmek değil, desteklemek için tasarlanmıştır. Bu sitede yer alan bilgiler bir hekime danışmanın yerine geçmez. Tüm hakları saklıdır.